Burada, deniz kıyısında, yolcuların cam bardaklarda köpüklü ayran yudumladığı küçük bir kahvehane vardı.
Kahvehane, balıkçıların önündeki kumsalda ağlarını tamir ettikleri, üşüdüklerinde bardak bardak sıcak çay içtikleri, birbirlerine tuttukları balıkların iriliğini anlattıkları küçük bir mekandı.
Bol yapraklı asma dallarıyla örtülü bir çardak vardı avlusunda.
Geniş Çandarlı Körfezi ile Aliağa ve Nemrut körfezi arasındaki yarımadada, 1922’den önce yörede yaşayan Rumlardan kalan köyde, sayısı fazla olmayan balıkçı aileleri yaşıyordu.
Ali Ağa çiftliği deniyordu buraya.
Ali Ağa’nın çiftliği!
Bugünkü modern Aliağa kentinin öncülü.
Aliağa çiftliği yakın zamanlara kadar pek tanınan bir yer değildir ama tarihsel olarak önemli izler taşır.
Helenlerden önce muhtemelen Luvilerin yaşadığı bu bölgeye İ.Ö.12.yüzyılın başlarında Helenlerin Aiol boyu geldi.
Edremit Körfezi kıyılarından, Midilli adası dahil İzmir’e kadar olan alana yerleştiler. Yerli halkla karıştılar.
Bugünkü Aliağa kentinin kuzeyinde antik çağın kil heykelcikleriyle ünlü yerleşimi Myrina’nın ikiz tepesi bulunuyor.
Güneyinde ise korumak için ilan edilen “sit alanı”, “Vahşi Kapitalizm”in çeşitli tesisleri tarafından tehdit edilen tarihsel bir kentin, Kyme’nin kalıntıları var.
Myrina’nın pembe renkli kilden yapılmış küçük muhteşem heykellerinin onlarcasını, 19.yüzyılın ortalarında kaçak kazılarla ele geçiren ve Paris’e, Berlin’e kaçıran/götürenin; o zamanlar Aliağa çevresinde geniş arazilere sahip Baltazzi ailesinden Emmanuel Baltazzi olduğu söylenir. Bu zengin Bey ve ailesi Venedik kökenli Levantendi.
Baltazzi’nin bugünkü Aliağa’nın olduğu yerde, bugün okul olarak kullanılan bir köşkü vardı.
Batı kültürünün en önemli kaynaklarından biri olan, antik Helen tanrılarını ve dinsel inancını kaydeden ve yazan, onlarla ilgili bilgilerin günümüze ulaşmasını sağlayan ünlü ozan Hesiodos’un babası ise Kyme’de doğmuştu. Hesiodos İ.Ö.8-7. Yüzyıl dolayında yaşamıştır.
Kymeliler aralarındaki tartışmalara, muhabbete o kadar dalarlarmış ki yağmur yağdığında sundurmaların (stoaların) altına sığınmak akıllarına gelmezmiş!
Ephoros gibi tarihçiler yetiştiren Kyme bir kültür merkezi olmanın yanı sıra bölgenin en önemli limanlarından biriydi. Kyme kentte ticaretin gelişmesi için yıllarca liman vergisi almazmış.
Mitolojik öyküler, Batı Uygarlığının ilk ozanı Homeros’un Kymeli bir adamın kızı olan Kritheis, babası ölünce amcası Maion’un korumasına bırakılmış. Ancak Kristheis genç kız olunca Smyrnalı (İzmirli) Phemios adlı bir delikanlıya kaçmış. Smyrna’da Meles Çayı kıyısında çamaşır yıkarken Homeros’u doğurmuş.
Azra Erhat’ın anlattığı bu efsaneye göre bu sebeple İzmirli kör ozan “Melesigenes” (Meles’ten doğma) olarak anılırmış.
İ.Ö.133 yılında, Pergamon/Bergama krallığı döneminde Prens Aristonikos ve düşünür Blossius öncülüğüne baş gösteren, “özgürlük ve eşitlik”, “Güneş Ülkesi” kurmak isteyen kölelerin isyanında Kyme isyancıları desteklemişti.
Myrina ve Kyme, Kuzey Ege’nin bu bölgesindeki diğer on iki kent gibi Aiol kentleri idi.
Helen mitolojisi her ikisini de adını söylencesel kadın savaşçılar, Amazonlardan aldığını söyler.
Antik Çağın Amasyalı coğrafya yazarı Strabon’a göre Myrina bir Amazon Kraliçesiydi.
Lemnos’da (Limni) ve Phytikos (Güzelhisar) Çayı ağzındaki tepelere kurduğu kentlere kendi adını koymuştu.
Bunlarla beraber Myrina; kız kardeşi Mytilene’nin (Midilli) ve ordusundaki komutanların adlarını; Kyme (Nemrut Körfezi), Pitane (Çandarlı), Priene (Gülbahçe-Söke) kentlerine vermişti.
Bizans zamanında, İ.S.6.yüzyılda Agathes adlı bir mizah yazarının Myrinalı olarak anılması bu kentte hayatın uzun zamanlar var olduğunu gösterir.
Tabii ki bir Türk ismidir Ali Ağa!
Çevresinde Myrina (Kalabaksaray), Kyme (Nemrut Körfezi), Aigai (Köseler Köyü), Larissa (Buruncuk), Gryneion (Şakran) gibi antik yerleşimler bulunuyor.
O zamanın metropolü Pergamon’a/Bergama’ya da pek uzak değil.
Bugünkü Aliağa kentinin çevresine Türkler kalıcı olarak 1313’de, Manisa’nın Türkmen Beylerinden Saruhanoğulları tarafından fethedilmesi, Saruhanoğulları öncülerinin Güzelhisar Çayı’nın suladığı bitek topraklara gelmesiyle başladı.
O yıllarda yıkarıdaki antik kentler yıkılmış, yerli Rumlar seyrek çiftliklerde yaşamaktaydı.
Türkmen toplulukların ovaya yerleşmesiyle, 1313-1320 yılları arasında, bugünkü Aliağa kentine altı km uzaklıktaki Güzelhisar Köyü kuruldu.
Yüzlerce yıl bu topraklara sahip olmuş Bizans Devleti artık geri çekiliyordu.
Bundan sonra bu yöre Türkler; önce Saruhanlılar sonra da Osmanlılar tarafından yönetilecekti.
1530 yılından kalma tarih kayıtlarında, bir kaza olan Güzelhisar’a bağlı “Ali Ağa Çiftliği”nin varlığından söz edilir.
1575 yılında Güzelhisar iyice büyümüş, artık Osmanlının Saruhan Sancağına bağlı bir merkezdir.
Padişah III. Murat (1546-1595) dönemine ait 1585 tarihli Saruhan Kadılık sicillerinde, içinde 23 kişinin yaşadığı “Ali Ağa Çiftliği’” kayıtlıdır.
Eğer böyleyse, bugünkü Aliağa kenti yakınlarında, muhtemelen Güzelhisar Ovasında adı Ali Ağa olan bir Türkmenin, arazisi denize kadar uzanan bir çiftliği vardı.
Belki de bu kişi adını günümüze bıraktı.
“Aliağa” kentinin ismi daha sonraları yaşanmış tarihsel olaylara dayanıyor da olabilir.
Osmanlı Padişahı IV. Murad (1612-1640), 1638’de Bağdat’a yaptığı seferden dönerken, savaş sırasında Osmanlı’ya yardımcı olan bazı Arap aşiretlerini ya da oralarda yaşıyan Türkmen boylarını yanına aldı, bu topraklara göçmeye yönlendirdi.
Savaşlar ve salgın hastalıklar Anadolu nüfusunu sürekli eksiltiyordu.
Toprağı işlemek, savaşa asker sağlamak için insan gerekliydi.
Irak’tan gelen Türkmenler ya da Araplar Batı Anadolu’da, buralarda geniş ve verimli topraklara yerleştirildi.
Bunlardan büyük kısmı Bergama’nın Bakırçay Ovası’nın kuzeyine, Bölcek köyü çevresine konuşlanırken, bir kısmı da bugünkü Aliağa yakınlarındaki Güzelhisar Çayı’nın (antik Titnaios-Pythikos) sulak ovasını yurt edindi.
Arapların yaşadığı Irak illerinden gelmeleri nedeniyle “Arapoğulları” denildi onlara!
Yöre toprağına sarıldılar; çiftçilikle, hayvancılıkla geçimlerini sağladılar.
Zamanla Osmanlıların güvenilir destekçisi olan Arapoğullarına işletecekleri arazi yanında Ayanlık/Vovvodalık/Yerel yöneticilik de verildi.
Ayanlar yerel halk içinden Payitaht/İstanbul tarafından seçilen, Devlet ile halk arasındaki ilişkiyi sağlayan, saygın kişilerdi.
Uzun yıllar Osmanlıya asker ve gelir sağlayan, Devlet’in işletmeleri için arazi verdiği Tımar sahiplerinin yozlaşması, bu sisteminin bozulmasıyla 16.yüzyıl sonlarında Devlet taşraya Voyvodalık sistemi getirilmişti.
Voyvodalar da köy ve kasabalarda güvenlik, vergi toplama gibi işleriyle ilgilenir, Padişah tarafından bölgenin saygın ve zengin kişileri arasından atanırdı.
Bu deyim Osmanlının Rumeli’deki ilişkilerinden alınmış, Sırpça “önder, lider” anlamına gelen bir sözcüktü.
Kamu yönetiminde bazan, Ayan ve Voyvodalar aynı kişiler olurdu.
Voyvoda toplanan vergilerin bir kısmını Payitaht’a gönderir, gerisini kendisi alırdı.
Zamanla çok zenginleşen ve silahlı güce de sahip olan Voyvodalar 18.yüzyılda Devlet’e kafa tutacak etkinliğe erişmişti.
Arapoğulları’nın bir kolu Bergama, Bakırçay Ovasına yerleşmişken, Güzelhisar Çayı ovasını ve çevresini yurt edinen diğer kolunun önderi “Esseyyid Abdülkerim Ağa”ydı.
“Esseyid” terimi, İslam kültüründe ve özellikle tasavvuf çevrelerinde, Peygamber Hz. 3Muhammed’in soyundan gelen kişileri tanımlamak için kullanılır. Arapça kökenlidir, “efendi, lider” anlamına gelir.
Daha sonraları bu unvan, tarihte hem manevi bir onur hem de toplumsal bir saygı ifadesi olmuştur.
Osmanlı Devleti’ne bağlı Arapoğulları, 1712’den itibaren Güzelhisar’ın Voyvodalığını/Ayanlığını yapmaya başlamıştı.
1760 ile 1780 yılları arasında bu bölgenin Voyvodası/ Ayanı “Arapoğlu Esseyyid Ali Ağa” idi.
Güzelhisar’da “Yukarı Cami” de denilen “Ali Ağa Camisi”ni de yaptırmıştı.
Bu cami, geçmişte yapılan onarımlarla birlikte hala ayaktadır.
Voyvoda ve Ayan “Esseyyid Ali Ağa” bugünkü Aliağa çevresinde büyük siyasal ve ekonomik güç elde etti.
Ovadan denize kadar uzanan geniş toprakların sahibi oldu.
Güzelhisar Arapoğullar’ının bölgeye hakimiyeti 1812’ye kadar sürdü.
Bu değerlendirmelere göre, bugünkü Aliağa kentinin adı muhtemelen, hemen yanıbaşındaki Güzelhisar’a yerleşik “Esseyyid Ali Ağa”dan gelir.
Kuzeyde Bergama’ya, Bakırçay Ovasına yerleşen Arapoğulları Beylerinin daha sarsıntılı bir hayatı olmuştu.
1737’de öldüğü bilinen “Arapoğlu Hacı İbrahim Ağa” Bergama’nın ilk Voyvodasıydı.
Onun yerine geçen “Hacı Osman Ağa”nın oğlu “Hacı Mehmet Ağa” Bergama’ya çok hizmetler yapmış, sevilen bir kişiydi.
Bergama’nın sırtını dayadığı Geyikli Dağları’ndan toplanan pınar sularını kente getirmiş, halkı kuyu suyu kullanmaktan bir ölçüde kurtarmıştı.
Hayırla anılıyor, “Koca Arapoğlu” diye tanınıyordu.
Osmanlı işlerini gören, Ayanlık/Voyvodalık görevi verdiği ailelerde yöneticiliğin babadan oğula geçmesine izin veriyordu.
Yoksa Osmanlının toprak sisteminde, “Vakıf gelirleri” dışında her yer Padişah’a aitti.
Muhtemelen Güzelhisarlı Arapoğulları’yla akraba olan Bergamalı Arapoğulları’ndan, “Koca Arapoğlu”nun torunu, adaşı “Mehmet Ağa” 1761’de Bergama Voyvodası oldu. O da Bergama’da iki kütüphane kurdu.
“Mehmet Ağa” ölünce Voyvoda olan “Arapoğlu İbrahim Ağa”, kadın meselesi nedeniyle kahyası “Sağancılı Veli Ağa” tarafından öldürülünce Arapoğulları’nın Bergama’daki saltanatı sona erdi (1774).
Devlet yönetimi boşluk tanımaz!
Osmanlı Arapoğulları’nın elinden aldığı toprakları ve yerel yönetim yetkisini Manisa kökenli Karaosmanoğulları ailesine verdi.
Bu yönetsel bölge Kemeredremit’den (Burhaniye-Balıkesir) Menemen’e kadar uzanan alanı, Bergama ve Güzelhisar çevresini de kapsıyordu.
Geniş ve güçlü bir sülaleydi Karaosmanoğulları.
17.yüzyılın ortalarından itibaren Aydın, Manisa, İzmir Bölgesine egemen olmuşlardı.
Sülalenin soy ağacının başında 1664’de ölen “Mehmet Çavuş” yer alır.
Oğlu “Kara Osman”, zamanla bu bölgeye hükmedecek olan bu soya adını vermiştir. Ölümü 1706’da Akhisar-Yayaköy-Zeytinliova’dadır.
“Kara Osman”ın torunu olan “Ömer Ağa” 1790’ların başında Bergama Voyvodası oldu.
Bu süreçte, “Karaosmanoğlu Ömer Ağa” tahta yeni çıkan II.Mahmut’un (1785-1839) karşılaştığı askeri sorunlarda yanında durmuş, Osmanlı Rus Savaşına oğlu ve askerleriyle birlikte katılmış, Mısır’a asker göndermişti.
Devletin güvenini kazanmıştı “Ömer Ağa”.
Bu yıllarda Menemen Voyvodalığına, sülalenin kurucusu “Kara Osman”nın bir diğer torunu “Ataullah Ağa”nın (ölümü 1766) oğlu “Hacı Osman Ağa” getirilmişti.
Çok zengin olan, Vakıflara 1790’lı yıllarda birçok mal bağışlayan “Karaosmanoğlu Hacı Osman Ağa” 1800 yılında Manisa’da öldü.
Onunda “Ali Ağa” adında bir oğlu vardı.
“Karaosmanoğlu Ali Ağa”nın 1821 yılında Manisa’da çıkan karışıklığın bastırılmasında yararlılık gösterdiği biliniyor.
Kayıtlarda yer alan bir bilgiye göre, bu başarısından dolayı “Ali Ağa”, Saruhan (Manisa) Mutassarıfı (bir tür Vali görevi yapan) “Mehmed Behram Paşa” tarafından oğlu “Hüseyin Bey”in “vekil-i umur”u, “genel temsilcisi” olarak tayin edilmişti.
Güvenilir bir kişiliğ olan “Karaosmanoğlu Ali Ağa”nın ömrünün çoğunu Manisa’da geçirdiği düşünülüyor.
Babası “Osman Ağa”nın ona, Manisa’da “Yeni Çiftlik ve Papaslı Çifliği”, Menemen’de “Niyaz ve Tavşanlı Çayırı Çiftlikleri”ni bıraktığı kayıtlı olduğu halde, Güzelhisar Ovası/bugünkü Aliağa kenti çevresinde bir mülkü olduğu görülmüyor.
“Karaosmanoğlu Ali Ağa”da 1836 yılında Manisa’da Deveciyan Mahallesindeki bir konakta öldü.
Bu süreçte çeşitli yörelerde Voyvadalık/Ayanlık yapan Karaosmanoğulları’nın, başka yerlerde Voyvoda olarak yaptığı siyasal ve idari etkinliklerinin sona erdiği bilinir.
Avrupa’da hızla gelişen Kapitalizmin geçmişe göre sağladığı toplumsal ilerlemeye ayak uyduramıyordu Osmanlı.
Sahip olduğu tekelci toprak mülkiyetinden vaz geçmiyor, yüksek sermeye birikimlerine ulaşabilecek bir burjuva sınıfının önünü açmıyordu.
Devlet eliyle de Avrupa’nın sanayi devrimine katılmaya girişilemiyordu.
Bir zamanlar Avrupa’nın korkulan efendisi olan Osmanlı Devleti idari reformlar yapmayı gerilemenin çaresi olarak düşünüyordu.
Güçlü Voyvadalıklar, Ayanlıklar eliyle taşra Payitaht’a yeterli kaynak aktarmıyordu. Hatta daha çok yetki istiyor, baş kaldırıyordu.
1812 yılında padişah II.Mahmut’un gücü merkezde toplama politikası bağlamında taşrada Ayanların/Voyvodaların gücü önemli ölçüde kırıldı.
1826’da Yeniçeri Ocağının kapatılması, yer yer direnişle karşılaşılmasına rağmen, bu değişimi destekledi.
II.Mahmut’un oğlu Padişah Abdülmecid’in (1823-1861) 1839’daki “Tanzimat Fermanı”yla Devleti yeniden düzenleme girişimiyle birlikte Ayan ve Voyvodaların gücü kırılmaya çalışılmıştı.
Abdülmecid’in yerine geçen kardeşi Sultan Abdülaziz (1830-1876) döneminde, 1864’de yürürlüğe giren “Vilayetler Nizamnamesi”yle “Sancak, Kaza” gibi yerleşimlerin yöneticileri artık merkezden atanan Devlet görevlileriydi.
Bu ortamda, geniş arazilere sahip olan Voyvadalar/Ayanlar idari nüfuslarının kalmamasına rağmen, işlettikleri topraklardan elde ettikleri büyük servetlere sahiptiler.
Varlıklarının, herşeyin efendisi olan Osmanlı Padişahı tarafından el konulmasından korkup, korumak için bu servetlerin büyük kısmını, hayır işleri yapmak üzere kurdukları Vakıflara bağışladılar.
Bu gelişmeler bağlamında Karaosmanoğulları da siyasal ve toplumsal tarih sahnesinden yavaş yavaş çekilmeye başladı.
Bununla beraber Osmanlı Devletinin 1827/1828 yılı kayıtlarında bugünkü Aliağa kenti çevresinde, bu yörede bir “Ali Ağa Çiftliği” olduğundan söz edilir.
1835’de bütün Batı Anadolu’da görülen Veba Salgını buraları da etkiler.
Yörenin toplumsal merkezi Güzelhisar yerleşimi dağılır.
1844-45 Nufüs Sayımı kayıtlarında artık Güzelhisar kazasına bağlı “Ali Ağa Çiftliği Köyü”nün adı vardır.
1870’lerde yörede “Ali Ağa Çiftliği”nin yanı sıra “Paşa Çiftliği”, “Arap Çiftliği” gibi adları olan büyük çiftlikler vardır.
Bu çiftliklerde genellikle Rum aileler yaşamaktadır.
Güzelhisar Ova’sının dışında, bugünkü Aliağa’nın olduğu yerde bulunduğu olası “Ali Ağa Çiftliği”nde, 1844-45’de yapılan Nüfus Sayımındaki kayıtlar da bu yerde yoğunlukla Rumların oturduğu görülür.
Osmanlının bu sayımda tutulan 2028 sayılı “Aliağa Çiftliği”ne ait “temettü’at defteri”nde bu durum gözlenir.
“Temettü’ât defterleri”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat Dönemi’nde (1839-1876) düzenlenmişti. Köy ve mahallelerde ayrıntılı nüfus, mülkiyet ve gelir kayıtlarını içeren defterlerdi.
Bu defterler, Osmanlı’nın vergi toplama sistemini düzenlemek ve toplumsal yapıyı daha iyi anlamak için tutuluyordu. Böylece modernleşmede daha ileri adımlar atılacağı düşünülüyordu.
Bu deftere göre o yıl “Ali Ağa Çiftliği”nde 62 hane, 152 vergi mükellefi bulunuyordu.
Vergi mükelleflerinin 13’ü Müslüman, 139’u ise Hıristiyan Osmanlı vatandaşıydı.
Onların çoğu ortakçı ya da çiftlik işçisiydi. Çiflik sahibi Türklerin çiftliklerinde barınıyorlardı.
Muhtemelen burada bir kilise ve su kaynağı vardı ve köy “Kilise Pınarı” köyü olarak anılıyordu. Kilise, günümüzde Aliağa Merkez Camisinin bulunduğu yerdeydi.
Bir yaklaşıma göre “Ali Ağa Çiftliği Köyü” 19.yüzyılın başlarında “Kilise Pınarı” köyünden dönüşmüştü.
Bu yıllarda 1840’dan itibaren Levanten Baltazzi ailesi Ali Ağa çevresinde 12 bin dönümlük arazi satın aldı.
Ancak bu durum Baltazzi ailesi ile yörede yaşayan Rumlar arasında sorunlar çıkmasına yol açtı.
1890’da Ali Ağa Çiftliği Köyünde 101 hane 800 nüfus yaşıyordu.
Yunan kaynaklarına göre de Aliağa, bu yıllarda yaklaşık 1.000 nüfusa sahip bir köydü ve halkın çoğunluğu Rumlardan oluşuyordu.
Rumlar bu köye kendi dillerinde Alaga ( ?????) adını vermişti. Kendilerine de Alagadiotes (???????????) diyordu.
Yazar A. Papadopoulos-Kerameas’ın belirttiğine göre, Aliağa Köyü antik Myrina kentinin bulunduğu yerde bulunuyordu.
Öte yandan bu köyün burada yaşamış Rumların dilinde “Alaga” olarak anılması; “Ali Ağa” deyişinin Rum dilinde söylenişiyle ilgili olabilir.
Bununla beraber bu sözcük, “Alaga”, Güzelhisar Ovası’nın oluşmasına neden olan Güzelhisar Çayı’nın (Titnaios-Pythikos) yakınında doğduğu antik Aigai kentininin bir başka biçimde söylenişiyle de ilgili olabilir.
Dericiliğin geliştiği, adının genellikle Helence “keçi” sözcüğüyle ilişkili olduğu bildirilen Aigai’nin dik bir tepede duruşu muhteşem Pergamon Akropolü’nün konumuna benzer.
Kartal yuvasına benzer bir yükselti üzerindeki Aigai görkemli kalıntılarıyla bugün bile dikkati çeker.
Günümüzde dahi burada yapılan arkeolojik kazılarla çok önemli yapıtlar ortaya çıkarılıyor.
Gelelim 2025 yılına!
21.yüzyılın ilk yarısı.
Aradan yüzlerce yıl geçmiş!
O zamanlar yaşanan doğal ve toplumsal sıkınıtlara, çatışmalara rağmen doğayla barışık yaşamış insanlar.
Masmavi denizin kıyısında baharda yeşil, yazda sapsarı topraklarda!
Kurumayan, sökülmeyen ağaçlar; çoşan ırmaklar, ormanlarla!
Şimdi kirlilikten kızaran denizi, ölümcül havası, zehirli toprağıyla namlı, gün geçtikçe büyüyen bir sanayi kenti Aliağa.
Gemi sökümüyle Dünya’nın çöplüğü; boğucu havasıyla ülkemizin kirlilikte “alameti farikası”, marka işareti!
Ne kadar çevre sorunu varsa hepsi var bugün Aliağa’da!
İrili ufaklı onlarca kirletici sanayi kuruluşu yığılmış bir araya!
Tabii ki amaç, en kolay yoldan çok para kazanmak!
İşte “Vahşi Kapitalizm” böyle bir şey!
Ülkenin ekonomik gelişmesine katkıda bulunacak, insanlara iş bulacak diye doğayı katletmek!
Hayatı yok saymak!
Nerede poyrazın getirdiği tertemiz, serin hava?
Nerede dalgaların köpükleriyle oynaşan balıklar?
Nerede o bereket fışkıran toprak?
Nerede şimdi o masum Aliağa?
Bu kente muhtemelen adını veren Ali Ağa yöredeki çevre yıkımını bilse, mezarından kalkıp sebep olanlara hesap sorardı muhakkak!
(Kaynaklar: https://www.aliaga.bel.tr/aliaga/aliaga-adinin-oykusu
Kırk elli yıl önce, Kuzey Ege kıyılarında, Bergama’dan İzmir’e giden otobüsler yolun yarısında Alia Ağa Çifliği denilen yerde mola verirdi.
Burada, deniz kıyısında, yolcuların cam bardaklarda köpüklü ayran yudumladığı küçük bir kahvehane vardı.
Kahvehane, balıkçıların önündeki kumsalda ağlarını tamir ettikleri, üşüdüklerinde bardak bardak sıcak çay içtikleri, birbirlerine tuttukları balıkların iriliğini anlattıkları küçük bir mekandı.
Bol yapraklı asma dallarıyla örtülü bir çardak vardı avlusunda.
Geniş Çandarlı Körfezi ile Aliağa ve Nemrut körfezi arasındaki yarımadada, 1922’den önce yörede yaşayan Rumlardan kalan köyde, sayısı fazla olmayan balıkçı aileleri yaşıyordu.
Ali Ağa çiftliği deniyordu buraya.
Ali Ağa’nın çiftliği!
Bugünkü modern Aliağa kentinin öncülü.
Aliağa çiftliği yakın zamanlara kadar pek tanınan bir yer değildir ama tarihsel olarak önemli izler taşır.
Helenlerden önce muhtemelen Luvilerin yaşadığı bu bölgeye İ.Ö.12.yüzyılın başlarında Helenlerin Aiol boyu geldi.
Edremit Körfezi kıyılarından, Midilli adası dahil İzmir’e kadar olan alana yerleştiler. Yerli halkla karıştılar.
Bugünkü Aliağa kentinin kuzeyinde antik çağın kil heykelcikleriyle ünlü yerleşimi Myrina’nın ikiz tepesi bulunuyor.
Güneyinde ise korumak için ilan edilen “sit alanı”, “Vahşi Kapitalizm”in çeşitli tesisleri tarafından tehdit edilen tarihsel bir kentin, Kyme’nin kalıntıları var.
Myrina’nın pembe renkli kilden yapılmış küçük muhteşem heykellerinin onlarcasını, 19.yüzyılın ortalarında kaçak kazılarla ele geçiren ve Paris’e, Berlin’e kaçıran/götürenin; o zamanlar Aliağa çevresinde geniş arazilere sahip Baltazzi ailesinden Emmanuel Baltazzi olduğu söylenir. Bu zengin Bey ve ailesi Venedik kökenli Levantendi.
Baltazzi’nin bugünkü Aliağa’nın olduğu yerde, bugün okul olarak kullanılan bir köşkü vardı.
Batı kültürünün en önemli kaynaklarından biri olan, antik Helen tanrılarını ve dinsel inancını kaydeden ve yazan, onlarla ilgili bilgilerin günümüze ulaşmasını sağlayan ünlü ozan Hesiodos’un babası ise Kyme’de doğmuştu. Hesiodos İ.Ö.8-7. Yüzyıl dolayında yaşamıştır.
Kymeliler aralarındaki tartışmalara, muhabbete o kadar dalarlarmış ki yağmur yağdığında sundurmaların (stoaların) altına sığınmak akıllarına gelmezmiş!
Ephoros gibi tarihçiler yetiştiren Kyme bir kültür merkezi olmanın yanı sıra bölgenin en önemli limanlarından biriydi. Kyme kentte ticaretin gelişmesi için yıllarca liman vergisi almazmış.
Mitolojik öyküler, Batı Uygarlığının ilk ozanı Homeros’un Kymeli bir adamın kızı olan Kritheis, babası ölünce amcası Maion’un korumasına bırakılmış. Ancak Kristheis genç kız olunca Smyrnalı (İzmirli) Phemios adlı bir delikanlıya kaçmış. Smyrna’da Meles Çayı kıyısında çamaşır yıkarken Homeros’u doğurmuş.
Azra Erhat’ın anlattığı bu efsaneye göre bu sebeple İzmirli kör ozan “Melesigenes” (Meles’ten doğma) olarak anılırmış.
İ.Ö.133 yılında, Pergamon/Bergama krallığı döneminde Prens Aristonikos ve düşünür Blossius öncülüğüne baş gösteren, “özgürlük ve eşitlik”, “Güneş Ülkesi” kurmak isteyen kölelerin isyanında Kyme isyancıları desteklemişti.
Myrina ve Kyme, Kuzey Ege’nin bu bölgesindeki diğer on iki kent gibi Aiol kentleri idi.
Helen mitolojisi her ikisini de adını söylencesel kadın savaşçılar, Amazonlardan aldığını söyler.
Antik Çağın Amasyalı coğrafya yazarı Strabon’a göre Myrina bir Amazon Kraliçesiydi.
Lemnos’da (Limni) ve Phytikos (Güzelhisar) Çayı ağzındaki tepelere kurduğu kentlere kendi adını koymuştu.
Bunlarla beraber Myrina; kız kardeşi Mytilene’nin (Midilli) ve ordusundaki komutanların adlarını; Kyme (Nemrut Körfezi), Pitane (Çandarlı), Priene (Gülbahçe-Söke) kentlerine vermişti.
Bizans zamanında, İ.S.6.yüzyılda Agathes adlı bir mizah yazarının Myrinalı olarak anılması bu kentte hayatın uzun zamanlar var olduğunu gösterir.
Tabii ki bir Türk ismidir Ali Ağa!
Çevresinde Myrina (Kalabaksaray), Kyme (Nemrut Körfezi), Aigai (Köseler Köyü), Larissa (Buruncuk), Gryneion (Şakran) gibi antik yerleşimler bulunuyor.
O zamanın metropolü Pergamon’a/Bergama’ya da pek uzak değil.
Bugünkü Aliağa kentinin çevresine Türkler kalıcı olarak 1313’de, Manisa’nın Türkmen Beylerinden Saruhanoğulları tarafından fethedilmesi, Saruhanoğulları öncülerinin Güzelhisar Çayı’nın suladığı bitek topraklara gelmesiyle başladı.
O yıllarda yıkarıdaki antik kentler yıkılmış, yerli Rumlar seyrek çiftliklerde yaşamaktaydı.
Türkmen toplulukların ovaya yerleşmesiyle, 1313-1320 yılları arasında, bugünkü Aliağa kentine altı km uzaklıktaki Güzelhisar Köyü kuruldu.
Yüzlerce yıl bu topraklara sahip olmuş Bizans Devleti artık geri çekiliyordu.
Bundan sonra bu yöre Türkler; önce Saruhanlılar sonra da Osmanlılar tarafından yönetilecekti.
1530 yılından kalma tarih kayıtlarında, bir kaza olan Güzelhisar’a bağlı “Ali Ağa Çiftliği”nin varlığından söz edilir.
1575 yılında Güzelhisar iyice büyümüş, artık Osmanlının Saruhan Sancağına bağlı bir merkezdir.
Padişah III. Murat (1546-1595) dönemine ait 1585 tarihli Saruhan Kadılık sicillerinde, içinde 23 kişinin yaşadığı “Ali Ağa Çiftliği’” kayıtlıdır.
Eğer böyleyse, bugünkü Aliağa kenti yakınlarında, muhtemelen Güzelhisar Ovasında adı Ali Ağa olan bir Türkmenin, arazisi denize kadar uzanan bir çiftliği vardı.
Belki de bu kişi adını günümüze bıraktı.
“Aliağa” kentinin ismi daha sonraları yaşanmış tarihsel olaylara dayanıyor da olabilir.
Osmanlı Padişahı IV. Murad (1612-1640), 1638’de Bağdat’a yaptığı seferden dönerken, savaş sırasında Osmanlı’ya yardımcı olan bazı Arap aşiretlerini ya da oralarda yaşıyan Türkmen boylarını yanına aldı, bu topraklara göçmeye yönlendirdi.
Savaşlar ve salgın hastalıklar Anadolu nüfusunu sürekli eksiltiyordu.
Toprağı işlemek, savaşa asker sağlamak için insan gerekliydi.
Irak’tan gelen Türkmenler ya da Araplar Batı Anadolu’da, buralarda geniş ve verimli topraklara yerleştirildi.
Bunlardan büyük kısmı Bergama’nın Bakırçay Ovası’nın kuzeyine, Bölcek köyü çevresine konuşlanırken, bir kısmı da bugünkü Aliağa yakınlarındaki Güzelhisar Çayı’nın (antik Titnaios-Pythikos) sulak ovasını yurt edindi.
Arapların yaşadığı Irak illerinden gelmeleri nedeniyle “Arapoğulları” denildi onlara!
Yöre toprağına sarıldılar; çiftçilikle, hayvancılıkla geçimlerini sağladılar.
Zamanla Osmanlıların güvenilir destekçisi olan Arapoğullarına işletecekleri arazi yanında Ayanlık/Vovvodalık/Yerel yöneticilik de verildi.
Ayanlar yerel halk içinden Payitaht/İstanbul tarafından seçilen, Devlet ile halk arasındaki ilişkiyi sağlayan, saygın kişilerdi.
Uzun yıllar Osmanlıya asker ve gelir sağlayan, Devlet’in işletmeleri için arazi verdiği Tımar sahiplerinin yozlaşması, bu sisteminin bozulmasıyla 16.yüzyıl sonlarında Devlet taşraya Voyvodalık sistemi getirilmişti.
Voyvodalar da köy ve kasabalarda güvenlik, vergi toplama gibi işleriyle ilgilenir, Padişah tarafından bölgenin saygın ve zengin kişileri arasından atanırdı.
Bu deyim Osmanlının Rumeli’deki ilişkilerinden alınmış, Sırpça “önder, lider” anlamına gelen bir sözcüktü.
Kamu yönetiminde bazan, Ayan ve Voyvodalar aynı kişiler olurdu.
Voyvoda toplanan vergilerin bir kısmını Payitaht’a gönderir, gerisini kendisi alırdı.
Zamanla çok zenginleşen ve silahlı güce de sahip olan Voyvodalar 18.yüzyılda Devlet’e kafa tutacak etkinliğe erişmişti.
Arapoğulları’nın bir kolu Bergama, Bakırçay Ovasına yerleşmişken, Güzelhisar Çayı ovasını ve çevresini yurt edinen diğer kolunun önderi “Esseyyid Abdülkerim Ağa”ydı.
“Esseyid” terimi, İslam kültüründe ve özellikle tasavvuf çevrelerinde, Peygamber Hz. 3Muhammed’in soyundan gelen kişileri tanımlamak için kullanılır. Arapça kökenlidir, “efendi, lider” anlamına gelir.
Daha sonraları bu unvan, tarihte hem manevi bir onur hem de toplumsal bir saygı ifadesi olmuştur.
Osmanlı Devleti’ne bağlı Arapoğulları, 1712’den itibaren Güzelhisar’ın Voyvodalığını/Ayanlığını yapmaya başlamıştı.
1760 ile 1780 yılları arasında bu bölgenin Voyvodası/ Ayanı “Arapoğlu Esseyyid Ali Ağa” idi.
Güzelhisar’da “Yukarı Cami” de denilen “Ali Ağa Camisi”ni de yaptırmıştı.
Bu cami, geçmişte yapılan onarımlarla birlikte hala ayaktadır.
Voyvoda ve Ayan “Esseyyid Ali Ağa” bugünkü Aliağa çevresinde büyük siyasal ve ekonomik güç elde etti.
Ovadan denize kadar uzanan geniş toprakların sahibi oldu.
Güzelhisar Arapoğullar’ının bölgeye hakimiyeti 1812’ye kadar sürdü.
Bu değerlendirmelere göre, bugünkü Aliağa kentinin adı muhtemelen, hemen yanıbaşındaki Güzelhisar’a yerleşik “Esseyyid Ali Ağa”dan gelir.
Kuzeyde Bergama’ya, Bakırçay Ovasına yerleşen Arapoğulları Beylerinin daha sarsıntılı bir hayatı olmuştu.
1737’de öldüğü bilinen “Arapoğlu Hacı İbrahim Ağa” Bergama’nın ilk Voyvodasıydı.
Onun yerine geçen “Hacı Osman Ağa”nın oğlu “Hacı Mehmet Ağa” Bergama’ya çok hizmetler yapmış, sevilen bir kişiydi.
Bergama’nın sırtını dayadığı Geyikli Dağları’ndan toplanan pınar sularını kente getirmiş, halkı kuyu suyu kullanmaktan bir ölçüde kurtarmıştı.
Hayırla anılıyor, “Koca Arapoğlu” diye tanınıyordu.
Osmanlı işlerini gören, Ayanlık/Voyvodalık görevi verdiği ailelerde yöneticiliğin babadan oğula geçmesine izin veriyordu.
Yoksa Osmanlının toprak sisteminde, “Vakıf gelirleri” dışında her yer Padişah’a aitti.
Muhtemelen Güzelhisarlı Arapoğulları’yla akraba olan Bergamalı Arapoğulları’ndan, “Koca Arapoğlu”nun torunu, adaşı “Mehmet Ağa” 1761’de Bergama Voyvodası oldu. O da Bergama’da iki kütüphane kurdu.
“Mehmet Ağa” ölünce Voyvoda olan “Arapoğlu İbrahim Ağa”, kadın meselesi nedeniyle kahyası “Sağancılı Veli Ağa” tarafından öldürülünce Arapoğulları’nın Bergama’daki saltanatı sona erdi (1774).
Devlet yönetimi boşluk tanımaz!
Osmanlı Arapoğulları’nın elinden aldığı toprakları ve yerel yönetim yetkisini Manisa kökenli Karaosmanoğulları ailesine verdi.
Bu yönetsel bölge Kemeredremit’den (Burhaniye-Balıkesir) Menemen’e kadar uzanan alanı, Bergama ve Güzelhisar çevresini de kapsıyordu.
Geniş ve güçlü bir sülaleydi Karaosmanoğulları.
17.yüzyılın ortalarından itibaren Aydın, Manisa, İzmir Bölgesine egemen olmuşlardı.
Sülalenin soy ağacının başında 1664’de ölen “Mehmet Çavuş” yer alır.
Oğlu “Kara Osman”, zamanla bu bölgeye hükmedecek olan bu soya adını vermiştir. Ölümü 1706’da Akhisar-Yayaköy-Zeytinliova’dadır.
“Kara Osman”ın torunu olan “Ömer Ağa” 1790’ların başında Bergama Voyvodası oldu.
Bu süreçte, “Karaosmanoğlu Ömer Ağa” tahta yeni çıkan II.Mahmut’un (1785-1839) karşılaştığı askeri sorunlarda yanında durmuş, Osmanlı Rus Savaşına oğlu ve askerleriyle birlikte katılmış, Mısır’a asker göndermişti.
Devletin güvenini kazanmıştı “Ömer Ağa”.
Bu yıllarda Menemen Voyvodalığına, sülalenin kurucusu “Kara Osman”nın bir diğer torunu “Ataullah Ağa”nın (ölümü 1766) oğlu “Hacı Osman Ağa” getirilmişti.
Çok zengin olan, Vakıflara 1790’lı yıllarda birçok mal bağışlayan “Karaosmanoğlu Hacı Osman Ağa” 1800 yılında Manisa’da öldü.
Onunda “Ali Ağa” adında bir oğlu vardı.
“Karaosmanoğlu Ali Ağa”nın 1821 yılında Manisa’da çıkan karışıklığın bastırılmasında yararlılık gösterdiği biliniyor.
Kayıtlarda yer alan bir bilgiye göre, bu başarısından dolayı “Ali Ağa”, Saruhan (Manisa) Mutassarıfı (bir tür Vali görevi yapan) “Mehmed Behram Paşa” tarafından oğlu “Hüseyin Bey”in “vekil-i umur”u, “genel temsilcisi” olarak tayin edilmişti.
Güvenilir bir kişiliğ olan “Karaosmanoğlu Ali Ağa”nın ömrünün çoğunu Manisa’da geçirdiği düşünülüyor.
Babası “Osman Ağa”nın ona, Manisa’da “Yeni Çiftlik ve Papaslı Çifliği”, Menemen’de “Niyaz ve Tavşanlı Çayırı Çiftlikleri”ni bıraktığı kayıtlı olduğu halde, Güzelhisar Ovası/bugünkü Aliağa kenti çevresinde bir mülkü olduğu görülmüyor.
“Karaosmanoğlu Ali Ağa”da 1836 yılında Manisa’da Deveciyan Mahallesindeki bir konakta öldü.
Bu süreçte çeşitli yörelerde Voyvadalık/Ayanlık yapan Karaosmanoğulları’nın, başka yerlerde Voyvoda olarak yaptığı siyasal ve idari etkinliklerinin sona erdiği bilinir.
Avrupa’da hızla gelişen Kapitalizmin geçmişe göre sağladığı toplumsal ilerlemeye ayak uyduramıyordu Osmanlı.
Sahip olduğu tekelci toprak mülkiyetinden vaz geçmiyor, yüksek sermeye birikimlerine ulaşabilecek bir burjuva sınıfının önünü açmıyordu.
Devlet eliyle de Avrupa’nın sanayi devrimine katılmaya girişilemiyordu.
Bir zamanlar Avrupa’nın korkulan efendisi olan Osmanlı Devleti idari reformlar yapmayı gerilemenin çaresi olarak düşünüyordu.
Güçlü Voyvadalıklar, Ayanlıklar eliyle taşra Payitaht’a yeterli kaynak aktarmıyordu. Hatta daha çok yetki istiyor, baş kaldırıyordu.
1812 yılında padişah II.Mahmut’un gücü merkezde toplama politikası bağlamında taşrada Ayanların/Voyvodaların gücü önemli ölçüde kırıldı.
1826’da Yeniçeri Ocağının kapatılması, yer yer direnişle karşılaşılmasına rağmen, bu değişimi destekledi.
II.Mahmut’un oğlu Padişah Abdülmecid’in (1823-1861) 1839’daki “Tanzimat Fermanı”yla Devleti yeniden düzenleme girişimiyle birlikte Ayan ve Voyvodaların gücü kırılmaya çalışılmıştı.
Abdülmecid’in yerine geçen kardeşi Sultan Abdülaziz (1830-1876) döneminde, 1864’de yürürlüğe giren “Vilayetler Nizamnamesi”yle “Sancak, Kaza” gibi yerleşimlerin yöneticileri artık merkezden atanan Devlet görevlileriydi.
Bu ortamda, geniş arazilere sahip olan Voyvadalar/Ayanlar idari nüfuslarının kalmamasına rağmen, işlettikleri topraklardan elde ettikleri büyük servetlere sahiptiler.
Varlıklarının, herşeyin efendisi olan Osmanlı Padişahı tarafından el konulmasından korkup, korumak için bu servetlerin büyük kısmını, hayır işleri yapmak üzere kurdukları Vakıflara bağışladılar.
Bu gelişmeler bağlamında Karaosmanoğulları da siyasal ve toplumsal tarih sahnesinden yavaş yavaş çekilmeye başladı.
Bununla beraber Osmanlı Devletinin 1827/1828 yılı kayıtlarında bugünkü Aliağa kenti çevresinde, bu yörede bir “Ali Ağa Çiftliği” olduğundan söz edilir.
1835’de bütün Batı Anadolu’da görülen Veba Salgını buraları da etkiler.
Yörenin toplumsal merkezi Güzelhisar yerleşimi dağılır.
1844-45 Nufüs Sayımı kayıtlarında artık Güzelhisar kazasına bağlı “Ali Ağa Çiftliği Köyü”nün adı vardır.
1870’lerde yörede “Ali Ağa Çiftliği”nin yanı sıra “Paşa Çiftliği”, “Arap Çiftliği” gibi adları olan büyük çiftlikler vardır.
Bu çiftliklerde genellikle Rum aileler yaşamaktadır.
Güzelhisar Ova’sının dışında, bugünkü Aliağa’nın olduğu yerde bulunduğu olası “Ali Ağa Çiftliği”nde, 1844-45’de yapılan Nüfus Sayımındaki kayıtlar da bu yerde yoğunlukla Rumların oturduğu görülür.
Osmanlının bu sayımda tutulan 2028 sayılı “Aliağa Çiftliği”ne ait “temettü’at defteri”nde bu durum gözlenir.
“Temettü’ât defterleri”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat Dönemi’nde (1839-1876) düzenlenmişti. Köy ve mahallelerde ayrıntılı nüfus, mülkiyet ve gelir kayıtlarını içeren defterlerdi.
Bu defterler, Osmanlı’nın vergi toplama sistemini düzenlemek ve toplumsal yapıyı daha iyi anlamak için tutuluyordu. Böylece modernleşmede daha ileri adımlar atılacağı düşünülüyordu.
Bu deftere göre o yıl “Ali Ağa Çiftliği”nde 62 hane, 152 vergi mükellefi bulunuyordu.
Vergi mükelleflerinin 13’ü Müslüman, 139’u ise Hıristiyan Osmanlı vatandaşıydı.
Onların çoğu ortakçı ya da çiftlik işçisiydi. Çiflik sahibi Türklerin çiftliklerinde barınıyorlardı.
Muhtemelen burada bir kilise ve su kaynağı vardı ve köy “Kilise Pınarı” köyü olarak anılıyordu. Kilise, günümüzde Aliağa Merkez Camisinin bulunduğu yerdeydi.
Bir yaklaşıma göre “Ali Ağa Çiftliği Köyü” 19.yüzyılın başlarında “Kilise Pınarı” köyünden dönüşmüştü.
Bu yıllarda 1840’dan itibaren Levanten Baltazzi ailesi Ali Ağa çevresinde 12 bin dönümlük arazi satın aldı.
Ancak bu durum Baltazzi ailesi ile yörede yaşayan Rumlar arasında sorunlar çıkmasına yol açtı.
1890’da Ali Ağa Çiftliği Köyünde 101 hane 800 nüfus yaşıyordu.
Yunan kaynaklarına göre de Aliağa, bu yıllarda yaklaşık 1.000 nüfusa sahip bir köydü ve halkın çoğunluğu Rumlardan oluşuyordu.
Rumlar bu köye kendi dillerinde Alaga ( ?????) adını vermişti. Kendilerine de Alagadiotes (???????????) diyordu.
Yazar A. Papadopoulos-Kerameas’ın belirttiğine göre, Aliağa Köyü antik Myrina kentinin bulunduğu yerde bulunuyordu.
Öte yandan bu köyün burada yaşamış Rumların dilinde “Alaga” olarak anılması; “Ali Ağa” deyişinin Rum dilinde söylenişiyle ilgili olabilir.
Bununla beraber bu sözcük, “Alaga”, Güzelhisar Ovası’nın oluşmasına neden olan Güzelhisar Çayı’nın (Titnaios-Pythikos) yakınında doğduğu antik Aigai kentininin bir başka biçimde söylenişiyle de ilgili olabilir.
Dericiliğin geliştiği, adının genellikle Helence “keçi” sözcüğüyle ilişkili olduğu bildirilen Aigai’nin dik bir tepede duruşu muhteşem Pergamon Akropolü’nün konumuna benzer.
Kartal yuvasına benzer bir yükselti üzerindeki Aigai görkemli kalıntılarıyla bugün bile dikkati çeker.
Günümüzde dahi burada yapılan arkeolojik kazılarla çok önemli yapıtlar ortaya çıkarılıyor.
Gelelim 2025 yılına!
21.yüzyılın ilk yarısı.
Aradan yüzlerce yıl geçmiş!
O zamanlar yaşanan doğal ve toplumsal sıkınıtlara, çatışmalara rağmen doğayla barışık yaşamış insanlar.
Masmavi denizin kıyısında baharda yeşil, yazda sapsarı topraklarda!
Kurumayan, sökülmeyen ağaçlar; çoşan ırmaklar, ormanlarla!
Şimdi kirlilikten kızaran denizi, ölümcül havası, zehirli toprağıyla namlı, gün geçtikçe büyüyen bir sanayi kenti Aliağa.
Gemi sökümüyle Dünya’nın çöplüğü; boğucu havasıyla ülkemizin kirlilikte “alameti farikası”, marka işareti!
Ne kadar çevre sorunu varsa hepsi var bugün Aliağa’da!
İrili ufaklı onlarca kirletici sanayi kuruluşu yığılmış bir araya!
Tabii ki amaç, en kolay yoldan çok para kazanmak!
İşte “Vahşi Kapitalizm” böyle bir şey!
Ülkenin ekonomik gelişmesine katkıda bulunacak, insanlara iş bulacak diye doğayı katletmek!
Hayatı yok saymak!
Nerede poyrazın getirdiği tertemiz, serin hava?
Nerede dalgaların köpükleriyle oynaşan balıklar?
Nerede o bereket fışkıran toprak?
Nerede şimdi o masum Aliağa?
Bu kente muhtemelen adını veren Ali Ağa yöredeki çevre yıkımını bilse, mezarından kalkıp sebep olanlara hesap sorardı muhakkak!…
Kaynak-Cumhuriyet
(Kaynaklar: https://www.aliaga.bel.tr/aliaga/aliaga-adinin-oykusu