Mine Kırıkkanat’ın Elif Şafak’a açtığı intihal davasını kazanması büyük haber oldu. Her yanda tartışılıyor. Bazı hırsızlıklar konusunda son derece ketum olabilen medyamız intihal haber ve dedikodularını pek sever. Bilen bilmeyen tartışmaya karışır. Ve sonuçta kafalar daha da karışır.
O yüzden, bu gibi tartışmalara zemini hazırlayarak, sapla samanı birbirinden ayırarak başlamak en doğrusudur. Biz de öyle yapalım:
İntihali kabaca “bir başkasının metnini kaynak göstermeden kendinizinmiş gibi göstermek” olarak tanımlayabiliriz. Bir çeşit aşırma ya da hırsızlıktır. Zaman aşımı yoktur. Daha birkaç hafta önce koskoca Harvard Üniversitesi’nin koskoca rektörünü yıllar önce doktora tezinde birkaç cümlede kaynak göstermeyerek intihal yaptığı için işinden kovmadılar mı?
Bilimsel alanda intihali saptamak oldukça kolaydır. Bir kaynaktan alınmış dört sözcüğü tırnak içinde vermez ya da kaynak göstermezseniz intihal yapmış sayılırsınız. O dört sözcük günün birinde üniversite intihal komisyonu ya da mahkemede karşınıza çıkarıverir.
Edebi intihalde ise durum çok daha karmaşıktır. Bir romancı iseniz dünyanın bütün konuları, eserleri, metinleri size açıktır. Önemli olan onları nasıl kullandığınızdır; kendi metniniz olarak mı yoksa kes yapıştır yama olarak mı?
Edebiyatta metindeşlik (intertextuality) yaygındır, aynı öykü, simge ya da terim farklı yazarlarca kullanılır. Bir başkasının eserine gönderme yapmak ayıp değildir. Dünyanın en büyük kimi edebi eserleri değerini metindeşliğe borçludur. Ama asıl alacaklı elbette yazarın kendisidir.
HOMEROS VE JOYCE…
Alın modern edebiyatın en büyük eserlerinden biri sayılan Ulysses romanını! James Joyce bu romanın konusunu Homeros’un Odysseia adlı destanı üzerine kurmuştur. Nasıl destanda Troya Savaşı’ndan adası Ithaka’ya dönmeye çalışan Odysseus’un öyküsü anlatılıyorsa burada da 20. Yüzyıl’ın başında Dublin sokaklarında dolaşan ve evine varmaya uğraşan karakterlerin benzer öyküsü anlatılmaktadır.
Hem de ne anlatılmak! Bilinç akışı dahil en son anlatısal tekniklerin kullanıldığı özgün bir metin oluşur sayfalar ilerledikçe. Edebiyat zenginleşmiştir: Ne kadar değerli olduğuna mahkemeler değil, okurlar, bilim insanları ve edebiyat tarihi karar verecektir!
Kısacası, benzerlik tek başına intihal suçlamasını kanıtlamaz. Zaten Joyce, kaynağının Homeros olduğunu övünçle ilan etmiştir… Ancak, Odysseia destanı Ulysses romanının esin kaynağıdır, metin kaynağı değil!
Metindeşlik açıkça yapıldığı zaman bir çeşit kardeşlik gibidir! Ya gizlendiği zaman? İşte o zaman işler karışır!
BU KADAR BENZERLİK OLMAZ…
Kadim dostum Mine Kırıkkanat’ın isteği üzerine iki romanı karşılaştırmalı olarak okumaya başladığımda, onu, “Mine’cim, olur bu kadar benzerlik!” deyip geçiştirmeyi düşünüyordum. Ama Şafak’ın kitabını okudukça şaşırdım kaldım. “Yok, olmaz, olamaz bu kadar benzerlik!” demekten kendimi alamadım.
Diyelim iki kişiyi karşılaştırıyorsunuz: Aynı boydalar, olabilir; ikisi de şişman, olabilir; ikisi de bıyıklı, olabilir; ikisi de Merzifonlu, bak sen tesadüfe ama olabilir; ikisi de Fenerbahçe forması giyiyor, yapma ya; ikisi de şarapçı, rakıcı ülkede tuhaf; ikisi de karısından nefret ediyor, mümkün; ikisinin de sarman kedisi var, bak sen; ikisi de Ferdi Özbeğen dinliyor, hay Allah; ikisi de her zaman ayakkabılarına farklı renkte ayakkabı bağcığı takıyor, bir pabucuna siyah ötekine kahverengi!
“Aa, yapma ablacım, artık bu kadarı fazla, bu kadar da olmaz! İstatistik yasaları bu kadar benzerliği kaldırmaz!” demek zorunda kalıyorsunuz.
Haydi diyelim k, istatistik yasalarının bunu mümkün kıldığı en uç noktadayız ve gelip size durumu söylüyorlar; çok benziyor, intihal olmasın diyorlar. Ne yaparsınız? Bir bakarsınız doğru mu? Doğru ise hafiften bozum olur, şu insan belleği ne tuhaf, ne güvenilmez bir depo dersiniz. Hemen bir yazı döşenip açıklarsınız: “Şu insan belleğinin tuhaf halleri!”
Ya da öbür yazarı Cihangir’deki kahvede çay içmeye davet edersiniz. Bu şaşırtıcı benzerlikleri birbirinize gösterip kahkahalarla gülersiniz! Sonra Cihangir’in tuhaf insanları hakkında dedikodu yaparsınız! Ve en az on romanlık malzeme bulursunuz! Edebiyatın kardeşliği!
Ama siz ne yapıyorsunuz?
“Külliyen yalan, ben o kitabı okumadım, öyle bir kitap olduğunu bile bilmiyordum, kötü niyetli bir linç girişimi! Beni zaten çekemiyorlar” türünden sözlerle konuyu geçiştirmeye çalıyorsunuz. Ve hatta örtülü olarak meydan okuyorsunuz:
“Ver mahkemeye, kanıtla!”
ZEHİRLİ KİBİR…
Olgular çok açık olduğu halde kendinizden eminsiniz. Çünkü İngiltere’de, Amerika’da, Avrupa’da “yaşam tarzı” gettolarında lobileriniz var. Kıyameti koparırlar! Fethullahçıların gazetesinde yıllarca yazmışsınız. Onlar da arkanızda dururlar. Batı’nın “chic” entelijansiyası için hep “politically correct” kalmışsınız! Size kim yan bakabilir?
Sizden şikayetçi olan Türk yazar meslektaşından özür dilemek mi! Daha neler! O kim oluyor ki? Onlar kim oluyor ki? Romanın nasıl olması gerektiğini ondan mı öğreneceğiz? Yalnızca dünya edebiyatı değil, Türk edebiyatı da bizden sorulur. Biz özür dilemeyiz, özür diletiriz!
Bu bakışın adı kibirdir, zehirlidir!
Edebiyat içindeki sorunlar elbette edebiyat içinde tartışılmalı. Yaptırımlar edebiyat aleminin töreleri içinde gerçekleşmeli. Amenna!
Yalnız dikkat: Burada edebi değil, insani değerlerden söz edilmekte. Ne bileyim, “Kötü niyetli değildim, bir kusurum olduysa özür dilerim,“ denebilir. Ya da “Gelin bunu televizyonda izleyiciler önünde konuşalım,” teklifi yapılabilir. Ve edebi sorunlar mahkemeye düşmeden halledilir.
En temel insani değerler bunu gerektirir: Yani dürüstlük, emeğe saygı, meslektaşla dayanışma ve edebiyata inanç gibi…