KUZEYEGEHABER-Öncelikle uzayın öyle hemen gidilebilen bir yer olmadığı gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekiyor. Uzaya bir şey göndermek özünde inanılmaz basittir, bir tane dayanıklı metalden boru alıp içine yeterince patlayıcı ve bunları uzaktan patlatacak bir sistem koyarsanız roketiniz uzaya gider. İşin bu kısmı bodoslama fizik, resmen kaba kuvvetle bilim yapmaktır.
Gerçek anlamda bilim yapacaksanız o aracın nereye nasıl gideceğini, hangi aşamada ne yapacağını, neyi gözlemleyeceğini hesaplayabilmeniz gerekir. Gerekli malzemeleri bulsanız bile amacınıza ulaşmanız çok da kolay olmayacaktır. Türkiye, uzay çalışmalarında son aşamada olan bir ülke değildir ve daha emekleme aşamasındadır. O yüzden de ilk astronotun “göndertilmesi” şaşırtıcı değil.
Japonya’nın çalışmalarına bakalım:
Japonya, bizim tek bir astronot için harcadığımız paranın yaklaşık iki katıyla Ay projesi gerçekleştiriyor. Durum böyle olunca da bazı kişilerde “E madem o kadar para verdik, bari kendimiz Ay’a gitseydik.” diyor ancak durum böyle değil.
Japonya Uzay ve Havacılık Ajansı JAXA, 1 Ekim 2003’te kuruldu. Öncesinde de bu alanda çalışan üç farklı Japon enstitüsü bulunuyordu, bu enstitülerin birleşiminden JAXA doğdu. Yoksa ülkenin ilk uydusu, 1970 yılında kendi roketleriyle fırlatıldı.
aponların sahip olduğu bilgi ve tecrübeye ne yazık ki sahip değiliz. Aynı bilimsel ve kültürel birikim bizde yok. Bu durumu şöyle örneklendirebiliriz; diyelim ki OpenAI, sağlık için özel bir GPT geliştirdi ve bu projeye 30 milyon dolar harcadı. Biz de 5 milyon dolar verip tüm sağlık sistemini buna entegre ettik. “E vereydik 25 daha kendimiz yapaydık?” dediğimizde önce OpenAI’ın yüz milyonlarca dolarlık yatırımla yıllar içinde geldiğimiz noktaya gelmemiz gerekirdi. Burada da durum farklı değil.
“Acelemiz mi vardı? Sonra giderdik o zaman.” diye düşünebilirsiniz…
Burada da şöyle bir durum söz konusu, her ne kadar proje “gündem değiştirme ve seçime hazırlık” aracı olmakla suçlansa da bu proje uzun zamandır geliştirme aşamasında ve fırlatmanın yapılacağı çok uzun zamandır biliniyor. Türkiye’nin kendi roketini geliştirme çalışmaları da bir yandan devam ediyor.
Alper Gezeravcı’nın yapacağı bilimsel çalışmalarda da bu roket için alaşım testleri yapılacak, bu amaca yönelik olarak bilgi toplanacak. Ayrıca süreç boyunca, kendi roketimizi yönetmek için gerekli olan temel beceriler de artırılmış olacak. Üstelik roketin tamamlanma ve ilk fırlatılması sürecinde doğrudan deneyimlerinden faydalanabileceğimiz bir astronotumuz da olmuş olacak.
Kaldı ki en önemli nokta, bunlardan hiçbiri olmayabilir.
Çok uzun zamandır ülkemizin gündeminde keyifli bir şeyler görmek zor, belki de Kadın Voleybol Millî Takımımızın başarıları dışında uzun zamandır ülkece keyfimizi yerine getiren az sayıda olaydan biri ilk defa bir astronotumuzu uzaya göndermemiz oldu. Bu tür durumlarda kendi yetişkin ve gerçekliğe de fazlasıyla bunalmış olan biz bir kenara çekilip geleceğimize bakalım: çocuklara.
Çocuklar bu türden girişimleri gördükçe gelecekte bu alanlara yönelmelerini sağlayacak olan keşif ve merak duygularını geliştiriyorlar. Uzaya gitmeyi mümkün kılan bilim insanlarının ilhamı Jules Verne ve Ay’a Seyahat kitabıydı. Bu ilhamla birlikte çocukların bilime olan ilgileri de artacaktır.
İsteyen herkes önümüzdeki aylarda marketlerde çocuk dergilerine baksın, hepsinin kapağında bir roket görülecektir. Bu çocuklar büyüdüklerinde kendi uzay ajansımızda yer alacak mühendisler, araştırmacılar, bilim insanları ve astronotlar olacaklar. Ata’mızın işaret ettiği muasır medeniyet seviyesine biraz da böyle çıkılır.
Yani bazen harcanan 55 milyon dolar çok olsa da bazen 55 milyon dolar, 20 milyondan fazla çocuğa hayaller kurdurmak ve gelişimlerine ilham vermek için göze alınabilecek bir bedel…
Webtekno