Ana sayfa » Siyaset » CHP’Lİ TÜRELİ: “İŞSİZLİK FONU DUBLE YOLLAR İÇİN KULLANILDI, TÜRKİYE DE 3.5 MİLYON DEĞİL 9 MİLYON İŞSİZ VAR…”

CHP’Lİ TÜRELİ: “İŞSİZLİK FONU DUBLE YOLLAR İÇİN KULLANILDI, TÜRKİYE DE 3.5 MİLYON DEĞİL 9 MİLYON İŞSİZ VAR…”

Yazar: Erdinç Şahin
0 yorum

KUZEYEGEHABER-TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi görüşmeleri sırasında söz alan CHP İzmir Milletvekili, Plan ve Bütçe Komisyon Sözcüsü Rahmi Aşkın Türeli Kanun Teklifi ile ilgili “2024 yılının Plan Bütçe Komisyonunda ilk toplantısını yapıyoruz.

Yine bir torba yasa ile karşı karşıyayız. Birbiriyle ilişkisiz olan düzenlemeler yine burada önümüze geldi. Bunu her zaman söylüyoruz; buna karşı çıkmaya devam edeceğiz. Biz kanunların bir bütünlük içinde görüşülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu, Parlamentonun nitelikli kanun yapması için olması gereken, olmazsa olmaz bir koşuldur. Hem burada bu torba kanun mantığında görüşülmesinin hem de sonrasında Genel Kurulda temel kanun olarak görüşülmesinin sıkıntılarına uzun zamandan beri değindik, değinmeye devam edeceğiz.” söyleminde bulundu.

Türkiye’nin en büyük problemlerinden biri işsizlik…

Konuşmasının devamında Türeli “Burada önümüze gelen düzenlemeler şunu gösteriyor: Türkiye’nin en büyük problemlerinden biri işsizlik problemi. Gerçekten bir ekonomik sistemin ulaşması gereken bir kısım amaçlar var; büyüme hızının artırılması, daha nitelikli eğitim, sağlık hizmetleri sağlanması, gelir dağılımının düzeltilmesi, bölgesel dengesizliklerin giderilmesi ve de en önemlilerinden biri istihdam sağlanması, istihdamın artırılması, işsizlik oranlarının düşürülmesi.”

Rakamlarla ilgili olarak da spekülasyon çok. TÜİK, aylar itibarıyla açıkladığı için mevsimsellikler var burada ama orada açıklamalardan şunu görüyoruz: Yüzde 9’luk bir işsizlik oranı var. Bu nasıl hesaplanıyor? Sonuçta, işsizlik oranı kendi başına hesaplanan bir şey değil; bir tarafta toplam iş gücü var, bir tarafta toplam istihdam, ikisini birbirinden çıkartıyorsunuz, işsiz sayısını buluyorsunuz, onu da toplam iş gücüne bölüp işsizlik oranını hesaplıyorsunuz yani aslında bir anlamda türev olarak hesaplanan bir şey. Fakat buradaki hep de söylediğimiz sıkıntı şu: Türkiye’nin iş gücüne katılım oranları OECD ülkeleriyle, Avrupa ülkeleriyle, AB ülkeleriyle kıyasladığımız zaman son derece düşük.

Yüzde 52-53 iş gücüne katılma oranlarıyla Türkiye’nin bir yere gitmesi mümkün değil. Türkiye, çalışma çağındaki nüfusun ancak neredeyse yarısını kullanıyor, oysa OECD ortalaması yüzde 70. Bir an için yukarıya doğru çıktığımız zaman işsizlik oranlarının 3’e, 4’e katlandığını görüyoruz. TÜİK, aynı şekilde atıl iş gücünü hesaplıyor. Sendikalarımız da buna dayalı olarak “Atıl iş gücü geniş tanımlı işsizlik oranı.” diyor, oralarda yüzde 22-yüzde 23 yani Türkiye’de 3-3,5 milyon işsiz değil aslında, yaklaşık 9 milyon işsiz var. Yani bu çok ciddi bir problem, bu yapıyı değiştirmek zorundayız.

İşsizlik Sigortası Fonu güzel bir şeydi, sonuç itibarıyla bir amacı var. Eğer insanlar işsizse bu insanların suçu değil, demek ki sistem yeteri kadar istihdam yaratamıyor, o insanlara iş sağlayamıyor. Bu konu gelecekte daha da önemli olacak çünkü gittikçe artan otomasyon, yapay zekâ, yeni birtakım robotik teknolojiler gelecekte daha az istihdama, daha az iş gücüne, emeğe ihtiyaç duyulacak.. O zaman, bir biçimde, çalışamayan insanların ya da çalıştığı zaman belli bir süre sonra işini kaybedenlerin yaşam standartlarının devam etmesini sağlama zorunluluğu var.

İşsizlik Sigortası Fonu’nun 50’nci maddesi bunu belirliyor “Hizmet akdinin sona ermesinden önceki son 120 gün -yani dört ay içinde- hizmet akdine tabi olanlardan, son üç yıl içinde -kademeli, 3 sistem var- 600 gün sigortalı olarak çalışanlara 180 gün, 900 gün sigortalı çalışana 240 gün, 1080 gün sigortalı çalışana 300 gün süre ile işsizlik ödeneği verilir.” Diyor. Bu koşullar kolaylaştırılmalı, buradaki bu çalışma süreleri uzun süreler. Burada 600 gün olarak duruyor, kısa çalışma ödeneğinde 600’ü 450’ye indirdik. Burada da indirelim, İşsizlik Sigortası Fonu’nda, niye burada “600” bıraktık?

Esas kanunun mantığı bu; kanunun kendi mantığı içinde var olan bir şeyi 600 günü 450 güne indiriyorsunuz, burada 600 gün olarak bırakıyorsunuz. Gelin, hep birlikte bir şey hazırlayalım, ortak önerge olarak -bütün diğer parti grupları da buna “Tamam.” derler- bunu indirelim. Bunu niye indirmediniz? “Siyaset” demek, “ülke yönetmek” demek, var olan sorunlar önünüze geldiği zaman onlara geçici, palyatif çözümler bulmak değil, o sorunları kökünden çözecek bir mekanizmadır.

İşsizlik sigortası fonu bir bütün olmalı…

Bu yapılan ödemelerin miktarı artırılmalı; günlük ortalama brüt kazancın yüzde 40’ı; düşük, bunu arttıralım ve süreleri uzatalım, 600 gün sigortalı çalışana 180 gün veriyoruz; 180 gün sonra ne olacak? Yani bir biçimde İşsizlik Sigortası Fonu’nu bütün olarak ele alma ihtiyacımız var, buradaki olay sadece kısa çalışma ödeneği değil. Bir de kısa çalışma ödeneğiyle, oradan insanlar para alacaklarsa onu işsizlik ödemesinden düşüyoruz, mahsup ediyoruz, niye böyle bir şey yapıyoruz? Gerçekten anlayamıyorum buradaki mantığı yani çünkü ortada bir mantık yok; bu yapılanlar günü kurtarmaya yönelik.

İşsizlik fonu duble yollar için kullanıldı…

Bu Fon’a ilişkin zaten bizim geçmişten beri eleştirilerimiz var; 2008-2009’larda İşsizlik Sigortası Fonu’nun kaynakları duble yollar için kullanıldı, altyapı yatırımları için kullanıldı. Soma’da, başka yerlerde maden kazalarında kullanıldı. Biz, o zaman, şunu söyledik: “Tabii ki kullanılacak onlara ama bunların kaynağı bütçe olmalı.” dedik. İşsizlik Sigortası Fonu’nun sahibi işçidir; onun dışında başka yerlere, başka yatırımlara harcamalar yapamazsınız. Esas amaç Fon’un kaynaklarıyla bir biçimde işçinin, işsiz kalanların yaşamlarını devam ettirebilmesi. Aynı zamanda aktif iş gücü politikalarıyla onların yeniden, gerekli donanımlarının artırılması için kullanma ihtiyacı var. Bu yüzden, buradaki 600 günü 450 güne indirelim, kendi içinde uyumlu olsun yoksa bu nasıl açıklanacak?

Hem On İkinci Kalkınma Planı’nda, hem bütçede konuştuk; Türkiye’de bölüşüm ilişkileri gittikçe bozuluyor; devletin rakamları var, gelir yöntemiyle millî gelir hesaplarına bakıyorsunuz, 2016 yılında ücret ödemelerinin gayrisafi katma değer içindeki payı yani emeğin millî gelirden aldığı pay yüzde 36,3’müş; 2022 yılında bakıyorsunuz, yüzde 26,5’a, 10 puan birden düşmüş. 2023’te yükselmiş gibi gözüküyor ama EYT, ona dayalı olarak kıdem tazminatı ödemeleri olduğu için yukarıda gözüküyor. AKP iktidarlarının Türkiye’yi yönettiği süre içinde bölüşüm ilişkileri gittikçe bozulmuştur; fakirin daha fakir olduğu, zenginin daha zengin olduğu bir dönem, bir sistem yaratılmıştır. Bununla nereye gidebiliriz? Bunlar ciddi sıkıntılar, bunlar rakamlardan da bellidir.

Asgari ücret 17.002 lira; sendikalar düzenli olarak açlık, yoksulluk sınırı hesaplıyorlar. Şubat, mart ayında zaten bu rakam, açlık sınırının altına gelecek. Merkez Bankası Başkanı sunuş yaptı burada ve “2024’ün ilk yarısında Mayıs ayına kadar enflasyon yükselmeye devam edecek.” dedi. Şu anda yüzde 65, yüzde 75’e kadar çıkacak.

Bugün en büyük sıkıntılardan biri şu: Sabit gelirli kesimin, ücretle, maaşla geçinen kesimin enflasyona karşı bir savunma mekanizması, uyum yeteneği yok. Bugün belki ticaret hayatında belli maliyetleriniz arttığı zaman onları ürettiğiniz ürüne aktarabilirsiniz fakat sabit gelirlinin böyle bir şansı yok. O zaman bu sorunu çözme ihtiyacı içindeyiz. Yani neden bu kadar düşük, neden az? Ve aynı zamanda da bir taraftan bu içinde yaşadığımız enflasyonun nedenini bir anlamda ücret artışlarında gören bir yaklaşım var. Yoksa Hazine ve Maliye Bakanının sözlerini sözlerini nasıl açıklayacağız?

“Bundan sonra ücret ve gelir artışları hedef enflasyona göre.” İyi ama hedef enflasyonu düşük belirliyorsunuz. Sonradan telafi ettiğinizi söylüyorsunuz. O telafi, telafi değil. Vatandaş her gün harcamaya devam ediyor ve TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarına ülkede hiç kimse inanmıyor, alternatif hesaplamalar yapılıyor. Şimdi de normal şartlar altında bu enflasyonist ortamda bırakın 2 kere, yılda 4 kere artırılması gereken asgari ücretin yılda 1 kere artırılacağını gördük. En düşük emekli maaşı 2002 yılında iktidara geldiğinizde yaklaşık, asgari ücretin 1,5 katıyken şimdi yarısı seviyesine düşmüş.

Emekli maaşlarını artıralım, refah payını artıralım

Önerimiz şu: Gelin en azından en düşük emekli aylığını şu anda asgari ücrete eşitleyelim, arkasından da daha da yukarıya doğru çıkartalım çünkü asgari ücret ortalama ücret oldu memlekette. Dünyanın her yerinde çalışanların yüzde 3’ü, yüzde 4’ü, yüzde 5’inin çalıştığı -adı üzerinde- asgari, en az ücret; bugün Türkiye’de asgari ücret civarıyla birlikte belirlediğimiz zaman çalışanların yarısından fazlasının ücreti hâline geldi. Emekli maaşlarını artıralım, refah payını artıralım; bunları oturup da bir kişinin, vereceği karara bırakmayalım. Genel olarak ücretler seviyesini yukarı çıkarmak zorundayız.

Planda da OVP’de de, Türkiye yüksek katma değerli mal üretecek, teknoloji yoğunluğunu artıracak, dijital dönüşüm, yeşil dönüşüm… Ama bunların hepsi daha nitelikli bir emek gerektiriyor, ücret seviyelerinin yukarıya çekilmesini gerektiriyor. Bunları yapmadığınız zaman Türkiye nasıl çağ atlayacak? Bölüşüm ilişkilerini bozmuşsanız üretim ilişkilerinde, üretimde, yatırımda bir sıçrama yapma şansınız yok. Yoksa düşük, emeğe dayalı, emek yoğun sanayilerde, tekstilde, gıdada…

Tabii, oralarda da var olacağız ama oralarda kalacağız. Temel anlamda ihracatımız, üretim ve ihracat dinamiğimiz, biz bunun üzerinden gidecek diyorsak o başka ama Türkiye bununla rekabet edemez. Türkiye’nin rekabet etmesi için yüksek katma değerli, teknoloji yoğunluğunu artıran, çalışma hayatının ILO standartlarına uygun olduğu, sendikalaşma oranının bugünkü gibi yüzde 15 değil, büyük bir kesiminin sendikalı çalıştığı, kayıt dışılığın ortadan kaldırıldığı, nitelikli emeğe dayanan ve aynı zamanda reel ücretler seviyesinin yükseldiği bir yapıya ihtiyaç var.

Sabit gelirli kesime reva görülen muameleleri kabul etmiyoruz…

Türeli mevcut sistem hakkında “Reel ücretler seviyesi düşüyor. Bugün, ne asgari ücret rakamını ne de, emekliye verilen zam oranını kabul etmiyoruz, bugünkü mevcut sistem içinde geliriyle, sabit gelirli kesime reva görülen muameleleri kabul etmiyoruz. Türkiye bunu değiştirmek zorundadır, ülke kaynaklarını buralara kullanmak zorundadır. Hem üretimi artıracak hem bölüşümü düzeltecek politik bir perspektife ihtiyaç vardır. Bu anlamda, bu önümüze gelenler bir imkândır. Biz önerilerimizi söyledik. Bunların yapılması için de en önemli yer Parlamentodur. Burası Parlamento, burası Türkiye’nin bütün sorunlarının tartışıldığı bir yerdir.” diyerek sözlerini tamamladı…

İlginizi Çekebilecek Yazılar

Yorum Yap

* Bu formu kullanarak, verilerinizin bu web sitesi tarafından saklanmasını ve işlenmesini kabul etmiş olursunuz.

© 2015 – 2024 | Kuzeyegehaber.com