KUZEYEGEHABER-Ekonomi kötüyken, fiyatlar zaten çok çok artmışken ve indirimle bile aldığımızda dudak uçuklatan paralar verirken neden hala çılgınlar gibi satın alıyoruz, nasıl oluyor da herkes tatilde, otellerde? diye mutlaka kendinize sormuşsunuzdur…
Ya da bir eşiniz dostunuz ‘Ekonomi kötü diyoruz ama herkes sokaklarda valla, herkesin de altında bir araba’ gibi bazı yorumlar yapmıştır… Hatta belki şöyle bir etrafa bakıp içinizden utana sıkıla bu düşünceye hak veresiniz de gelmiş olabilir. Peki hakikaten, bu nasıl oluyor? Her şey durmadan pahalanırken ve ekonomimiz kötü bir dönemden geçerken sürekli tüketmeye, bir şeyler satın almaya nasıl devam ediyoruz?
Detaysız, kısa, basit: ne oldu da ‘ekonomi kötü’ demeye başladık?
Son birkaç yılda arka arkaya yaşanan pek çok gelişme, dünya genelinde ekonomik çalkantılar yaşanmasına neden oldu. Pandemi, kripto paraların ve madenciliğin yarattığı etkiler, çip krizi, enerji krizi derken arka arkaya gelen bunca olay ekonomiyi etkiledi.
Ayrıca hem ülkemizde hem de yine dünya genelinde yaşanan politik gerilimler de ekonomiler üzerinde olumsuz etkiler yarattı. Türkiye de ne yazık ki iç-dış siyaset dinamikleri ve bunların yanında yukarıda saydığımız pek çok durumdan etkilenerek ekonomik olarak zorlu bir döneme girdi.
En azından bakkala uğrayan, hiçbir şey almasa bir şişe kolayla yanına makarna alan gençlerden pazarda yemeklik arayanlara, okul ihtiyaçları için çıkılan alışverişlerden evine eşya bakanlara kadar istisnasız herkes, günün her anında bu etkileri hissetmeye başladı. Çünkü Türk lirasının değeri düştü, enflasyon yükseldi, hayat pahalanmaya başladı…
Tüm bunlara rağmen tüketimin ve satın alma davranışının çılgın gibi artmasının hem ekonomik hem psikolojik nedenleri var; psikolojik olanlarla başlayalım…
Ekonomide yaşanan negatif yönde değişimler toplumların psikolojisini etkiliyor. Bu da satın alma davranışında değişikliklere sebep oluyor. Sürekli yaşanan fiyat artışı, yükselen enflasyon ve hayat pahalılığı, hepimize ‘şimdi alamazsam bir daha hiç alamam’ gibi bir algı olarak geri dönüyor. Eksik kalma, yoksullaşma ve ihtiyaçlarımızı karşılayamayacak hale gelmeye yönelik dev kaygımız kedi mamasından cep telefonuna her şeyi bir an önce almak istememizle sonuçlanıyor.
Diğer taraftan ise alışverişin psikoloji üzerindeki etkisi var. Yürütülen pek çok anket ve araştırma, alışveriş yapmanın psikolojiyi pozitif etkilediğine işaret ediyor. Bu pozitif etki, ‘O kadar da yoksullaşmadım, bir akşam çıkıp eğlenebilirim’ ‘Kendime borç harç da olsa hala bir telefon alabiliyorum’ ”Yılda bir iki hafta tatil yapamayacak durumda da değilim canım” gibi cümlelerle açıklanabilecek bir rahatlama etkisiyle birleşiyor ve ortaya durmadan bir şeyler almaya devam eden ancak giderek yoksullaşan bireyler çıkıyor…
Hepimizde benzer bir durum yaşanmıştır; pahalı algımız çoktan değişti bile. İlk birkaç hafta, ay şaşırmış olsak da artık bir yoğurt bir ekmek bir de içeceğe 100 150 lira verip marketten çıkmaya çok da şaşırmıyoruz. iPhone 14 her ne kadar çok pahalı olsa da ‘pahalı oluşu’ bizi şaşırtmıyor. Çünkü diyoruz, e bunun kur farkı var, vergisi var… Bu kabulleniş, herhangi bir tüketim ürününe ya da teknolojik bir ürüne para verirken ‘acımamamız’ olarak geri dönüyor. ‘E iyi’ diyoruz. ”Böyle bir ekonomide 10 bin TL’den aşağıya telefon bulamayız zaten…”
İndirim günleri ve pazarlama taktikleri bu konumdayken hepimizi daha çok etkiliyor;
Bir de pazarlama taktiklerinin ekonomik kaygılar sebebiyle bizi daha fazla etkilediği gerçeği var. Zaten tasarrufa odaklanmışken ‘Hemen alın, %40 tasarruf edin’ gibi cümleler ya da düzenlenen ‘kısa süreli kampanyalar’ bizi daha fazla etkiliyor. Zaten tamamen psikolojimizi ve zinhimizi etkileyip satın alma davranışını tamamlatmak niyetinde olan bu ‘kampanyalar’, hassaslaşmış psikolojimizi kolayca etkiliyor ve görevini başarıyla tamamlıyor.
Süper kasımlar, harika cumalar derken durmadan alışveriş yapmak zorunda hissediyoruz. ‘O da indirime girdi, mutlaka almam lazım’ ‘Fiyatı baya düşmüş indirim bitince kesin yükselecek bunu da alayım’ diye diye çılgınlar gibi alışveriş yapıyoruz.
Ekonomik tarafını da iyi anlamak gerekiyor;
Konu ekonomik gerekçeler olunca, bir uzmanın açıklamaları üzerinden nedenlere göz atalım. İktisatçı Mahfi Eğilmez, veriler bu kadar kötü görünürken piyasanın nasıl hâlâ canlı kalabildiğini birkaç madde ile açıklamış. Bu açıklamaları kısaca özetleyelim;
İlk ve en kritik ekonomik gerekçe enflasyonun etkilerinden kaçabilme kaygısı. Türk lirasının değeri dolar, euro gibi para birimleri karşısında değer kaybetmeye devam ediyor. Bu da pek çok ürünün zamlanmasına yol açıyor ve enflasyonun da artacağına yönelik bir beklenti yaratıyor. Doğal olarak, ‘her şey daha da pahalanmadan alalım’ mantığı ile herkes eksiklerini kapatmaya, eskilerini yenilemeye hatta ‘stok yapmaya’ başlıyor.
”Negatif reel faiz izleniminin yarattığı tüketim artışı”. Bu maddeyi Eğilmez şöyle açıklıyor; Sokakta kimse açıklanan enflasyon oranlarına inanmıyor ve daha fazla olduğunu düşünüyorlar. Böyle olunca da inandıkları enflasyon oranına göre hareket ediyor ve bankaların mevduata verdiği ve açıklanan enflasyon oranlarına göre düzenlenen faizleri düşük buluyorlar.
Bu da zihinlerinde oluşan negatif reel faizli yatırım araçlarına yatırmak yerine paralarını gayrimenkul, otomobil, diğer mal ve hizmetlere ya da döviz veya altın alımına yatırmalarına neden oluyor. Yani kısaca parayı TL olarak tutmak yerine harcayıp eve ya da arabaya çevirmek tercih edilen bir ‘yatırım’ aracına dönüşüyor.
Eğilmez’in dikkat çektiği bir diğer nokta kayıt dışı kazançların durum üzerindeki etkisi. 2021 yılı verilerine göre Türkiye’nin kayıt dışı ekonomisi GSYH’nin kabaca üçte biri oranında ve bu da yılda 250 milyar dolar gibi bir rakama denk geliyor. Burada bir parantez açıp GSYH’yi de kısaca tanımlamak gerekirse; belirli bir zaman aralığında üretilen tüm nihai ürünlerin, piyasa değerindeki ekonomik ölçüsü diyebiliriz.
İşte bu ölçüye dahil olmayan miktarın bir kısmı vergi dışı kalmış kazançlardan bir kısmı da ‘kara para’ denilen yasa dışı gelirlerden oluşuyor. Eğilmez’in açıklamalarına göre bu türden paralar ‘kolay harcanıyor’ ve bu paraları ‘aklayarak’ ekonomiye sokmanın en basit yolu lüks otomobiller, evler almak; lüks tüketim harcamaları yapmak… Bu da haliyle ülkede artan tüketimi ve harcamaları etkileyerek ‘piyasaya hareket katıyor’.
Piyasadaki hareketin bir diğer nedeni ise yabancıların ülkeye getirdiği ve dolaşıma soktuğu döviz olarak açıklanıyor. Turist olarak gelip ‘çarşıyı pazarı hareketlendirenlerin’ yanında aynı zamanda Rusya, Ukrayna, İran, Irak gibi pek çok ülkeden Türkiye’de gayrimenkul yatırımları da artmış durumda. Bu da özellikle gayrimenkul piyasasındaki hareketi önemli oranda etkiliyor.
Ülkemizde gerçekleştirilen köprü, otoyol, havalimanı, kent hastanesi gibi büyük yatırımların yarattığı borç yükünün yanında bir de istihdam kısmı var. Buralarda sağlanan istihdam da piyasayı hareketlendiren harcamalar olarak ülke ekonomisine geri dönüyor.
Son olarak pandemi etkisi ile gayrimenkul, otomobil gibi alanlara yapılan harcamalarda artış olduğu düşünülüyor. Borca girip araba alan, evini satıp bahçelisini alan insanlar piyasanın hareketlenmesini sağlıyor.
Tüm bunların bir araya gelişi, birikim ve tasarrufa yönelmemizi engelleyerek yangından mal kaçırırcasına tüketmemize, iPhone kuyruklarına girmemize, o ayakkabıyı da sepete eklememize, ‘bir değil beş paket’ almamıza neden oluyor… Olan cüzdanlarımıza, birikimsiz geleceğimize oluyor…
Kaynak-Webtekno
Kaynaklar: Mahfi Eğilmez, Money Crashers, Harvard Business Review, The Conversation