KUZEYEGEHABER-Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, Halk TV’de Şule Aydın’ın sunduğu Kayda Geçsin programının konuğu oldu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, iktidarın TÜRGEV ve Ensar Vakıfları aracılığıyla ABD’ye para kaçırdığı iddialarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Baş, “Önemli olan bunların hesabını soracak bir siyasi iradenin ortaya çıkması” dedi.
“ALLAH BELANIZI VERSİN DİYORUM BAŞKA BİR ŞEY DİYEMİYORUM…”
Erkan Baş, “Aylarca bu ülkenin sokaklarında gençler ‘Barınamıyoruz, yurt yok, okula gidemiyoruz’ diye bağırıyorlardı. Bu memlekette, bu memleketin öz evlatları okula gidemiyorlar. Devlet buna imkân sağlaması gerekirken halktan aldığı paraları birtakım dinci vakıflara veriyor. Onlar da bu parayı Amerika’ya kaçırıyorlar. Allah belanızı versin diyorum başka bir şey diyemiyorum. Öbür dünyada çekecekleri bir yana, bu dünyada bunun hesabını sormak zorundayız. Hesaplamaya çalışıyorum şimdi. Bu paralarla bu ülkede kaç tane yurt açılırdı? Kaç öğrenci bu tarikatların elinden kurtarılabilirdi?”
Baş’ın konuşmasından öne çıkanlar şu şekilde:
“Sayın Kılıçdaroğlu bugün paylaştığı video ile zaten kamuoyunun bildiği bir konuyu geniş kesimlerin dikkatine sunmuş oldu. Ben bunu son derece önemli buluyorum. Fakat kritik şey şu: Bunların hesabını soracak bir siyasi iradenin ortaya çıkması.
Devlet halka karşı suç işlese de devleti koruyan bir yaklaşım vardı. Bunun halen sürdüğünü görüyoruz. Hepimiz AKP gider mi, seçim güvenliği, kaçış planları, iktidarı kaybetseler de vermeyecek mi tartışmaları yapıyoruz. AKP kaybetti zaten. 7 Haziran’da kaybetti. Sonra Türkiye yakın dönemin en kanlı sürecini yaşadı. Daha önce de bunlar gündeme geldi,
Davutoğlu’na defalarca çağrı yapıldı. Sen dönemin başbakanısın ve 400’ü verin bu işi huzur içinde çözelim diye bir cumhurbaşkanının desteğiyle yürüttüğünüz seçimlerin sonucunda, önce kaybettiğiniz seçimleri memleketi kan gölüne çevirerek kazandınız. Sonra da sen tasfiye edildin.
SOYLU BİRLİKTE YAPTIK DİYEREK ARKADAŞLARINI TEHDİT ETTİ..’
Sedat Peker’in iddiaları konusuyla ilgili Süleyman Soylu bir programa katıldı ve o programda açık bir itirafta bulundu aslında. Bütün laf kalabalığı arasından benim çıkardığım iki sonuç vardı. Biri, “Ben yalnız değildim, birlikte yaptık” diyerek arkadaşlarını tehdit etti. İkincisi de çok net bir şekilde “7 Haziran ve 1 Kasım arasındaki süreci ben, Berat Albayrak ve Binali yıldırım beraber yürüttük” dedi.
Dolayısıyla, bugün Türkiye’nin geleceğine ilişkin bir tartışma yapıyorsak en karanlık noktalardan biri 7 Haziran – 1 Kasım sürecidir. O süreçte başbakanlık yapan, seçimi kazanan, “Patlayan bombalar oylarımızı artırıyor” diyen bir genel başkan var bugün muhalefette olduğunu iddia eden. Ama konuya ilişkin bir karanlık devam ediyor. Bu durum bizim açımızdan kabul edilemez.
’ANKARA KATLİAMI’NIN FAİLLERİNDEN HESAP SORULMADAN TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNE DAİR UMUT TAŞIMAK MÜMKÜN MÜ?..’
10 bine yakın yurttaşımızın katıldığı bir mitingde, 100 arkadaşımız bu memleketin başkentinde, kontrollü, önü açılan bir katilin, bir canlı bombanın kurbanı oldular. Bunu konuşmadan, bu katliamın bütün ayrıntıları açığa çıkarılmadan, faillerinden hesap sorulmadan, Türkiye’nin geleceğine dair bir umut taşımak mümkün müdür?
‘DİNCİ VAKIFLAR HİÇ KONUŞULMUYOR..’
Kemal Bey çok doğru bir şey yapmıştır. Bir yurttaş olarak kendisine çok teşekkür ederim. Benim gördüğüm eksiklik ise bunun hesabını soracak bir siyasi iradenin oluşturulmamasıdır.
Türkiye’de istenen şey şu: Halk izleyici olsun isteniyor. ¨Halk tribünde otursun ve seçimden seçime bize oy versin.¨ Oysa, bu tarz halka karşı işlenen suçlar, emekçileri, halkı, sürecin öznesi yaparak, onları siyasete dahil ederek, onları bu tartışmanın öznesi kılarak çözülür.
‘BU PARALARLA KAÇ YURT AÇILIR, KAÇ ÖĞRENCİ TARİKATLARIN ELİNDEN KURTARILABİLİRDİ?..’
Para kaçırmadan söz ediyoruz değil mi? Kimin parası kaçırılıyor? Bu para kimin parası? Bu para şu anda bizi televizyondan izleyen yurttaşların alın terinin gasbedilen parası. Ben izlediğim anda aklıma şu geldi: Hiç konuşulmuyor bu dinci vakıflar. Kim bunlar? Ben en son bu programa geldiğimde Enes Kara diye bir kardeşim, bir tarikat yurdunda uğradığı baskılar sonucunda intihar etmiş ve hayatını kaybetmişti. Aylarca bu ülkenin sokaklarında gençler ¨Barınamıyoruz, yurt yok, okula gidemiyoruz¨ diye bağırıyorlardı. Bu memlekette, bu memleketin öz evlatları okula gidemiyorlar. Devlet buna imkân sağlaması gerekirken halktan aldığı paraları birtakım dinci vakıflara veriyor. Onlar da bu parayı Amerika’ya kaçırıyorlar. Allah belanızı versin diyorum başka bir şey diyemiyorum. Öbür dünyada çekecekleri bir yana, bu dünyada bunun hesabını sormak zorundayız. Hesaplamaya çalışıyorum şimdi. Bu paralarla bu ülkede kaç tane yurt açılırdı? Kaç öğrenci bu tarikatların elinden kurtarılabilirdi?
‘İŞ TARİKATLARA GELİNCE SUSUP BEKLENİYOR..’
Gazeteci arkadaşımız Metin Cihan TÜGVA belgelerini paylaştığında dedik ki ¨Paralel yapılar inşa ediliyor¨, ¨Aman tarikatlara, cemaatlere laf söylemeyelim¨ dediler. 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni yaşadı bu memleket. Aynı zihniyetin legal görünümlü illegal yapıları neler yapabileceğini, devlete nasıl sızacağını, bu paralel yapı denen şeylerin başladığında nerelere kadar gidebileceğini gördük.
İş tarikatlara, cemaatlere geldiğinde susup bekleniyor. AKP kurulduğunda Amerikancı, gerici, sermaye yanlısı bir partiydi. Gericilik toplumun her yanına yayılmış, bir taraftan paraları Amerika’ya aktarma çalışmaları devam ediyor, bir taraftan memlekette emeğiyle çalışan insanlar yoksullaşırken Saray etrafındakiler her gün zenginleşiyor. Bu 20 yıllık dönemde özetle baktığımızda Türkiye çökertildi ve her tür müdahaleye açık hale geldi. Kısa dönem politikalarla biz ekonomik sorunları, günlük yıkımları çözeriz ama Türkiye dış müdahalelere açık hale getirilmiş durumda.
‘ÖRGÜTLÜ HAREKETLER PROVOKASYONLARA GELMEZ..’
Bir taraftan iktidar elindeki medya olanaklarını kullanıyor, AKP’nin bütün yetkilileri kanal kanal gezerek yanıt üretmeye çalışıyorlar. 7 Haziran-1 Kasım arasına işaret ediyorum, AKP büyük bir korku toplumu yarattı. İnsanları cezaevlerine atıyorsunuz, sokağa çıkan herkes gazın, copun muhatabı haline getiriliyor. Muhalefetten ise ¨sokağa çıkarsak provokasyonlara geliriz¨ sesleri yükseliyor. Buna karşı yapılacak tek şey örgütlü ve disiplinli bir halk hareketidir. Örgütlü hareketler provokasyona gelmez.
Biz Türkiye İşçi Partisi olarak üçüncü ittifak çalışmalarında aslında tam da bunu yapmaya çalışıyoruz. Siyasetin Ankara koridorlarına genel merkez binalarına, masalara sıkıştırılmasının ötesine götürülmesi gerekiyor. Halkın özne olabileceği, söz söyleyebileceği bir güç haline gelmesi lazım. Ancak bu da yetmez. Mahalle dernekleri, sendikalar, meslek odaları, kadın örgütleri, öğrenci örgütleri, yani hayatın her alanında örgütlenilmesi lazım.
‘SIRADAN YURTTAŞI KORKUTMA İSTEĞİ VAR..’
Gezi Davası’nda verilen karar, aslında halkın eve hapsedilmesi kararıdır. İktidar Gezi Davası’nda verilen kararla halka diyor ki ¨Evinden çıkma, pencereden kafanı uzatma. Ben Gezi gibi milyonlarca insanın parçası olduğu bir halk hareketini bile suç haline getirebilirim ve onun temsilcilerini cezaevine atabilirim¨. Yani korku ikliminin başlangıç adımlarından bir tanesiydi. Kaftancıoğlu kararını da doğrudan bu şekilde değerlendiriyorum. Doğrudan ana muhalefet partisinin İstanbul il başkanına, herkesin ama herkesin siyasi bir karar olduğunu bildiği biçimde bir ceza verildi. Bunu göstere göstere yapıyorlar. FETÖ’cüler sahte deliller üretirlerdi. Bunlar da bunu yapabilirler ama buna ihtiyaç bile duymuyorlar. ¨Biz buna ihtiyaç duymadan hepinizin gözü önünde bu insanları tutukluyoruz¨u göstermek gibi bir çabaları var. Bence bütün bunların arkasında sıradan yurttaşı korkutma isteği var.
‘SADAT BU KILICIN PARÇASI..’
Şunu biliyor: Kaftancıoğlu’na 4 yıl değil 44 yıl ceza versen yine inandığı şeyi yapmaya devam edecek. Gezi Davası’nda yargılanan arkadaşlarımızın tümü için söyleyebilirim bunu. Şu anda verdiği cezanın 10 katını verseler onlar mücadeleye devam edecekler çünkü hayatlarını buna adamışlar. İktidar zayıfladığını görüyor. Bu zayıflamanın ürünü olarak attığı bu adımlarla içerideki çözülmeyi engellemeye çalışıyor. İçeride ¨halen güçlüyüz¨ görüntüsü vermeye çalışıyor. Bu iktidar her şeyi yaptı zaten. Güçlü oldukları için değil, zayıf oldukları için gaddarlaşıyorlar. O zaman biz de bu gerçeği göreceğiz ve bunun karşısında duracağız.
Yönetebilen bir iktidar, halka refah, huzur, hayal mutluluk, umut verebiliyorsa niye sopaya başvursun? En kanlı diktatörler yönetemediklerini gördükleri zaman kılıca davranır. Bence SADAT bu kılıcın bir parçası.
‘SOYLU’NUN İÇİŞLERİ BAKANI OLDUĞU ÜLKEDE KİMSE SANDIK GÜVENLİĞİNDEN SÖZ EDEMEZ..’
Memleketin İçişleri Bakanı, ¨suç işleri bakanı¨ olarak anılıyor sokakta. Bir mafya lideri, memleketin içişleri bakanının suçlarını açıklıyor. Bu memlekette bunun ötesinde bir şeye ihtiyacımız yok. Bir seçim olduğunda Süleyman Soylu’nun başında olduğu teşkilata bağlı kolluk görevlilerinin sandık başında olacağı bir seçime gideceğiz biz. Türkiye’de sandıkların güvenliğinden sorumlu kişi Süleyman Soylu. Memlekette seçime dair tereddüt etmemiz gereken başka bir şeye ihtiyacımız yok. Ben bütün muhalefete bir kez daha çağrı yapıyorum: Seçime gideceksek, birinci şart Süleyman Soylu’nun o koltuktan indirilmesidir. Soylu’nun içişleri bakanı olduğu bir ülkede hiç kimse sandık güvenliğinden söz edemez.
‘KAYBEDECEKLER VE BİZ GÖNDERECEĞİZ..’
Önümüzdeki seçimler itibarıyla bu karanlık sürece bir nokta konacak. Fakat birtakım kritik başlıklarda hata yapmamamız lazım. Ben artık AKP’nin kazanacağına inanmıyorum fakat muhalefet hata yapabilir. Hata yaparsa kaybedebilir. Hep birlikte dikkatli olmamız gereken konular var: Bir tanesi ¨seçimi bekleyelim¨ yaklaşımı. Bu yanlış. Seçim, seçim öncesi mücadelenin bir sonucu olarak kazanılır. Bugünden başlayarak seçim gününe kadar, her yerde bütün muhaliflerin yan yana gelmesi ve neler yapabileceklerini konuşmaları gerekiyor.
¨Zaten ilk seçimde gidiyorlar¨ demek yanlış. Daha önce bunları yaşadık. Korkacak bir şey yok denilecek bir durum değil. Bu iktidar her şeyi yapabilir ama korkarak buna karşı duramayız. Korkmayacağız. Sesimizi çıkaracağız. Kimseyi yalnız bırakmayacağız. Bunların kaybetseler de gitmeyecekleri anlayışını kabul etmememiz lazım. Kaybedecekler ve biz göndereceğiz.
Türkiye’nin önündeki en büyük sorunlardan bir tanesi Saray Rejimi’nin ortadan kaldırılması. 20 yıllık bir iktidardan söz ediyoruz ve bana göre Türkiye’nin en halk düşmanı iktidarı. Ama 20 yıldır da o koltukta oturuyor. Demek ki bizim burada bir hatamız var. 20 yıldır yaptığımız hatalardan ders alacağız ve bir daha yapmayacağız.
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ..
Muhalefet daha önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden birinde dedi ki ¨Bu iktidar sağcı, biz sağ bir aday çıkaralım. Bu iktidar gerici, biz de gerici bir aday çıkaralım böyle kazanabiliriz¨. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı böyleydi ve başarısızlıkla sonuçlandı. Demek ki Tayyip Erdoğan prototipini karşısına koyduğumuzda kazanamıyoruz.
Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak için değil o koltuğu çöpe atmak için bir aday çıkacaksa ve bu halkın desteğini arkasına alabilecek bir aday çıkarılırsa, biz TİP olarak bu adayı hiçbir pazarlık yapmadan desteklemeye hazırız.
Muharrem İnce cumhurbaşkanı adayı oldu. ‘Yüzde 30 aldım’ diye açıklamalar yaptı. Bu isim bugün siyasette neredeyse yok. Önemli olan kişiler değil, o kişinin temsil ettiği değerler.
Eğer böyle bir aday çıkmazsa, biz deriz ki ¨Aday gösterilecek bu isim halkın teveccühünü alamayacak, gelin biz adayımızı çıkaralım. İkinci tura bizim adayımız çıksın¨. Sembolik, bizim de oyumuz belli olsun diye değil. İkinci tura kalacak kişinin bizim adayımız olması için elimizden geleni yaparız.
‘EMEĞİN İKTİDARI OLMAYA ÇALIŞIYORUZ..’
Türkiye siyasetinde bir şeyi değiştirebilecek gücüm olsa, halka seçmen gözüyle bakan anlayışı ortadan kaldırmak isterdim. Biz sosyalistler, yurttaşlarla kurduğumuz ilişkilerde ¨Orada oyu alınması gereken bir seçmen var. Onun hoşuna gidebilecek bir şey söyleyeyim de oyunu bana versin¨ diye düşünmeyiz.
AKP o kadar sermaye yanlılığı yarattı ve sınıfsal uçurum o kadar arttı ki artık kimi sermaye çevreleri açısından AKP iktidarını koruyalım derken kendi iktidarımızı kaybedeceğiz tedirginliği baş göstermeye başladı. Sosyal demokrasi emek ve sermaye arasında köprü olmaya çalışır. Biz emeğin iktidarı olmaya çalışıyoruz.
KONUT KRİZİ…
Herkes kira tartışması yapıyor. Onlarca evi olan insanlar var ve sadece buradan aldığı kira gelirleriyle servetini artırıyor. Biz artan oranlı emlak vergisi ile ilgili bir kanun teklifi verdik. Üçüncü evden itibaren artan oranlı vergi koyarsınız ve insanlar da bunu gelir getirici bir araç olarak görmez. Hem ev fiyatlarını hem de kira fiyatlarını düşürürsünüz. İstense yapılabilir ama bugünkü iktidar sahipleri betona yatırım yapmayı, müteahhitleri zenginleştirmeyi ve oradan da pay almayı sistem haline getirmişler.
‘İKTİDAR İNTİKAM DUYGUSUYLA HAREKET EDİYOR..’
İktidar değiştikten sonra, toplumun adalete olan güvenini tesis etmenin mümkün olduğuna inanıyorum. Bugün bu davalarda tetikçilik yapan birtakım hakimler ve savcılar yeni dönemde görev talep edecekler. Bunu FETÖ’cülerden biliyoruz. Onlar eliyle değil ama çok hızlı bir şekilde adaletin sağlanacağını düşünüyorum. Ben bu memleketin hukukçu birikimine çok güveniyorum. 20 yıldır hukuku bir sopaya çevirmiş iktidara karşı mücadele eden insanların bir birikimi de var.
Soma Davası, Can Atalay ve Selçuk Kozağaçlı mücadeleyi vermeseydi, ÇHD takipçisi olmasaydı gündeme bile gelmeyecekti. Çorlu Tren kazası, Hendek Patlaması… SHD’nin yürüttüğü mücadeleler bu davaların gündemde kalmasını sağladı. Zaten arkadaşlarımızın hedef seçilmesinin nedeni de bu. Bir intikam duygusuyla hareket ediyor iktidar. Gezi davasında karar çıktığı gün Hendek Davası’ndan tutuklanan patronun avukatı ¨Silivri soğuktur¨ diye tweet attı.
‘YURTTAŞLAR BİR KURTULUŞ YOLU ARIYOR..’
Bizim uzun zamandır bir erken seçim talebimiz var. Bu iktidarın yönetiminde bu ülke her gün bir adım daha kötüye gidiyor. Bunu derhal sonlandırmak gerekiyor. Bundan 5 yıl önce Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi pazarlanırken bütün olanaklar bunun için seferber edilirken iktidarın birtakım iddiaları vardı: ¨Sistem değişecek ve Türkiye’de her şey güllük gülistanlık olacak¨ diyorlardı. Artık bir gelecek tartışması yapmıyoruz. Hep beraber gördük, bütün göstergeler olumsuz yöne doğru gidiyor ve bütün yurttaşlarımız bundan kurtuluş yolu arıyor.
Çok hızlı biçimde, daha önceki deneyimlerden de yola çıkarak tüm muhalefet güçlerinin içinde olacağı bir birliktelikle seçim güvenliğinin sağlanması gerekiyor.
Yurttaşlar artık tweet atamıyor. Bırakın sokağa çıkmayı eylem yapmayı, elinde bir tek oy kalmış. O yüzden o oyu olabilecek en etkili biçimde kullanmak istiyor. O yüzden ben bunu büyük bir anlayışla karşılıyorum. Fakat ikinci bir şey daha var onun hızla değişmesi gerektiği kanaatindeyim: Türkiye’de siyaset yurttaşa ¨bana oy ver ben seni temsil edeyim¨ anlayışıyla yapılıyor.
Biz bunu söylemiyoruz. Ancak ve ancak insanların birleşerek, yan yana gelerek, iradeyi kendi ellerine alarak kurtarabileceklerine inanıyorum. Temsil edilmeyi değil de sahada rol üstlenmeyi siyasal davranış biçimi haline dönüştürmek lazım. Bence sosyalistler için böyle bir zorunluluk var…”
Gerçek Gündem