KUZEYEGEHABER-Bundan tam 35 yıl önce 14 Nisan 1987’de Türkiye, o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na tam üyelik için başvuru yaptı.
Böylece 1963’te imzalanan Ankara Anlaşması’ndan 25 sene sonra Türkiye’nin AB yolculuğu yeniden ivme kazanmış, gazete manşetleri ‘Tarihi Adım’ başlıklarıyla dolup taşmıştı.
Önce Kıbrıs Barış Harekatı daha sonrasında ise 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte hasar alan ilişkilerde umut ışığı 1983’te yeniden çok partili hayata geçilmesiyle yanmış, 1987’deki başvuruyla birlikte de Türkiye resmi rotasını yeniden Avrupa Birliği üyeliği olarak belirlemişti.
O günden bugüne Ankara Brüksel hattında ilişkiler inişli, çıkışlı bir seyir izlerken, 2000’lerin ortalarında oluşan olumlu görünüm 2010’ların sonunda Avrupa Birliği üyeliği Türkiye’de hem politika yapıcılar hem de toplumun geniş kesimleri tarafından uzak bir hayal olarak görülmeye başlandı.
Türkiye’nin tam üyelik başvurusunun 35. yılında Avrupa Birliği yolculuğunun kilometre taşlarını derledik…
SAVAŞSIZ AVRUPA HAYALİ..
- Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış, şehirleri harabeye dönmüş, milyonlarla ifade edilen sayıda genç nüfusunu kaybetmiş durumda olan 1951 Avrupası’nda kıta devletleri hem ekonomik durumlarını düzeltmek hem de yeni bir savaş yaşanmasını engellemek için harekete geçmek zorundaydı.
Paris’te bir araya gelen Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu kurdu.
Amaç, Almanya ve Fransa arasında yüzyıllardır yaşanan savaşların sebebi olan kömür ve çelik üretiminin uluslararası bir kurumun gözetimine devretmekti. Bu aynı zamanda uzun yıllardır sadece bir ütopya olarak tahayyül edilen ‘Birleşik Avrupa Devletleri’ fikrinin de temelini atmak anlamına geliyordu.
Daha sonra adı Avrupa Ekonomik Topluluğu haline gelen birliğe Türkiye’nin ilgisi ise 31 Temmuz 1959’da yapılan ortaklık başvurusu ile başladı. Dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Yunanistan’ın hemen ardından AET’ye yapılan ortaklık başvurusuyla ilgili “Yunanistan kendini boş bir havuza atsa dahi, tereddüt etmeden atlayacaksınız” ifadelerini kullanıyordu.
Ancak 27 Mayıs darbesi süreci yavaşlattı ve Türkiye ile AET arasında bir ortaklık anlaşması imzalanması 1963’ü buldu. 1963’te imzalanan Ankara Anlaşması ve 1970’de imzalanan Karma Protokol, bugün halen Türkiye-AB ilişkilerinin temel hukuki dayanakları olarak kabul ediliyor.
YUNANİSTAN’IN ÜYELİĞİ VE BİR ANKARA SÖYLENTİSİ..
1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı, Türkiye’nin Avrupa Birliği yolculuğunda birçok dolaylı etki yarattı.
Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi Yunanistan’ı yöneten Albaylar Cuntası’nın tasfiyesiyle sonuçlandı ve Karamanlis yeniden Atina’ya dönüş yaptı. Ancak Türkiye’nin müdahalesini engellemediği için Batı ile ilişkileri krize giren Yunanistan, NATO’nun askeri kanadından ayrıldı.
Yunanistan’ı Batı’nın içerisinde tutmak isteyen Fransa Cumhurbaşkanı Giscard D’Estaing’in önerisi Atina’yı AET’ye tam üye yapmaktı. Ancak diğer üye ülkeler Yunanistan’ın üye yapılmasına karşı çıkıyordu ve bunun için Türkiye’nin kapısı çalındı.
17 Ocak 2004’te yayınlanan Radikal gazetesinde konuyla ilgili “Bu da Nereden Çıktı?” başlıklı bir yazı yayınlayan eski diplomat Gündüz Aktan’ın aktardığına göre, Yunanistan’ın üyelik başvurusunun ardından kendisi de İzmirli bir ‘lövanten’ olan AET Komisyonu Genel Sekreteri Emile Noel, Türk diplomatların kapısını çaldı.
Aktan, yazısında Noel’in önerisini şöyle aktarıyor:
Emile Noel, AET nezdindeki büyükelçimiz rahmetli Tevfik Saracoğlu’na Türkiye’nin hemen üyelik başvurusunda bulunmasını, bunun sonucunda kuvvetli ihtimal üye olamayacağımızı ama Yunanistan’ı istemeyenlerin buna dayanarak Yunan başvurusunu da reddedebileceklerini söyledi. Saracoğlu da bu görüşü destekleyerek Ankara’ya yazdı. Hatta Noel, müracaat mektubumuza ilave edilmesini istediği argümanlara ilişkin bir de metin hazırladı. 1986-88 arasındaki görevim dolayısıyla bu muhaberatı biliyorum”
Ancak Ankara bu öneriye sıcak bakmadı ve üyelik başvurusu yapmak için harekete geçmedi. Böylece üyelik yolunda olmasa bile Yunanistan’ın üyeliğinin engellenmesi konusunda bir adım atılmamış oldu ve AET üyesi olan Yunanistan, Türkiye’nin üyelik süreçleri için veto hakkını elde etmiş oldu.
1978: İÇ SORUNLARLA BOĞUŞAN TÜRKİYE YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ DONDURUYOR..
1970’li yılların sonu Türkiye için hem ekonomik hem de siyasi çalkantıların hat safhaya ulaştığı yıllardı. Ülke içerisindeki siyasi istikrarsızlık AET ile ilişkilere de yansımış, o dönem kamuoyunda ‘Ortak Pazar’ olarak anılan topluluğun Türkiye’ye karşı oyalayıcı tutumu ilişkileri zora sokmuştu.
Türkiye vatandaşlarına serbest dolaşım hakkının verilmemesi, Türkiye’den giden sanayi ürünlerine uygulanan kotalar ve kredi gereksinimlerinde çıkarılan zorluklar Türkiye-AET ilişkilerinde zorluklar yaratıyordu.
Türkiye’nin AB hikayesinin en çok konuşulduğu yıl olan 2004’te kendisine 1970’lerin sonundaki AET politikası nedeniyle yöneltilen eleştirileri bir basın toplantısı düzenleyerek yanıtlayan dönemin başbakanı Bülent Ecevit, AET ile ilişkileri geliştirmek için olağanüstü bir çaba gösterildiğini söylüyor ve şöyle ekliyordu:
Bundan tam 35 yıl önce 14 Nisan 1987’de Türkiye, o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na tam üyelik için başvuru yaptı.
Böylece 1963’te imzalanan Ankara Anlaşması’ndan 25 sene sonra Türkiye’nin AB yolculuğu yeniden ivme kazanmış, gazete manşetleri ‘Tarihi Adım’ başlıklarıyla dolup taşmıştı.
Önce Kıbrıs Barış Harekatı daha sonrasında ise 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte hasar alan ilişkilerde umut ışığı 1983’te yeniden çok partili hayata geçilmesiyle yanmış, 1987’deki başvuruyla birlikte de Türkiye resmi rotasını yeniden Avrupa Birliği üyeliği olarak belirlemişti.
O günden bugüne Ankara Brüksel hattında ilişkiler inişli, çıkışlı bir seyir izlerken, 2000’lerin ortalarında oluşan olumlu görünüm 2010’ların sonunda Avrupa Birliği üyeliği Türkiye’de hem politika yapıcılar hem de toplumun geniş kesimleri tarafından uzak bir hayal olarak görülmeye başlandı.
Türkiye’nin tam üyelik başvurusunun 35. yılında Avrupa Birliği yolculuğunun kilometre taşlarını derledik…
Amaç, Almanya ve Fransa arasında yüzyıllardır yaşanan savaşların sebebi olan kömür ve çelik üretiminin uluslararası bir kurumun gözetimine devretmekti. Bu aynı zamanda uzun yıllardır sadece bir ütopya olarak tahayyül edilen ‘Birleşik Avrupa Devletleri’ fikrinin de temelini atmak anlamına geliyordu.
Daha sonra adı Avrupa Ekonomik Topluluğu haline gelen birliğe Türkiye’nin ilgisi ise 31 Temmuz 1959’da yapılan ortaklık başvurusu ile başladı. Dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Yunanistan’ın hemen ardından AET’ye yapılan ortaklık başvurusuyla ilgili “Yunanistan kendini boş bir havuza atsa dahi, tereddüt etmeden atlayacaksınız” ifadelerini kullanıyordu.
Ancak 27 Mayıs darbesi süreci yavaşlattı ve Türkiye ile AET arasında bir ortaklık anlaşması imzalanması 1963’ü buldu. 1963’te imzalanan Ankara Anlaşması ve 1970’de imzalanan Karma Protokol, bugün halen Türkiye-AB ilişkilerinin temel hukuki dayanakları olarak kabul ediliyor.
“Emile Noel, AET nezdindeki büyükelçimiz rahmetli Tevfik Saracoğlu’na Türkiye’nin hemen üyelik başvurusunda bulunmasını, bunun sonucunda kuvvetli ihtimal üye olamayacağımızı ama Yunanistan’ı istemeyenlerin buna dayanarak Yunan başvurusunu da reddedebileceklerini söyledi. Saracoğlu da bu görüşü destekleyerek Ankara’ya yazdı. Hatta Noel, müracaat mektubumuza ilave edilmesini istediği argümanlara ilişkin bir de metin hazırladı. 1986-88 arasındaki görevim dolayısıyla bu muhaberatı biliyorum”
Ancak Ankara bu öneriye sıcak bakmadı ve üyelik başvurusu yapmak için harekete geçmedi. Böylece üyelik yolunda olmasa bile Yunanistan’ın üyeliğinin engellenmesi konusunda bir adım atılmamış oldu ve AET üyesi olan Yunanistan, Türkiye’nin üyelik süreçleri için veto hakkını elde etmiş oldu.
“Benim 1978-1979’daki başbakanlığım döneminde, Türkiye’de, Avrupa ile ilişkilerimizi hızlandırmak için kendi içimizde kamuoyu baskısı da yoktu. Tersine, solcusu da sağcısı da o dönemde AET konusuna soğuk bakıyordu. Hatta, ‘Onlar ortak, biz Pazar’ diyerek alaya alıyordu.
O yıllarda benim başbakanlık dönemim dışında bu konuyla ilgilenen başka hükümetler de yoktu. Bütün başka hükümetler ve partiler o yıllarda ağır iç sorunların baskısı altındaydılar”
Türkiye bu koşullar altındayken, 28 Aralık 1978’de alınan kararla AET’ye olan yükümlülükler askıya alındı.
HAYRETTİN ERKMEN VE 12 EYLÜL DARBESİ..
Ecevit hükümetinin ardından Kasım 1979’da göreve gelen Süleyman Demirel başbakanlığındaki AP azınlık hükümetinin Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen’di.
Erkmen hızla AET konusunu gündeme alarak, Şubat 1980’de tam üyelik başvurusu yapacaklarını açıkladı. Erkmen’in hedefi Ocak 1981’de tam üye olacak Yunanistan veto hakkına kavuşmadan başvuruyu yapmaktı. Ancak Erkmen’in hedefi TBMM engeline takıldı.
Erkmen’in ‘milli menfaatlere aykırı politika’ izlediğini savunan Milli Selamet Partisi, Dışişleri Bakanı hakkında gensoru önergesi verdi. İktidarı yıpratmak isteyen CHP de gensoruyu destekledi ve Hayrettin Erkmen’in dışişleri bakanlığı 12 Eylül askeri darbesinden bir hafta önce düşürüldü. Böyle Türkiye’nin AET’ye tam üyelik başvurusu bir kez daha rafa kalkıyordu.
Peşinden gelen 12 Eylül askeri darbesinin ardından ise Türkiye ile AET arasındaki ilişkiler askıya alındı.
24 YIL SONRA GELEN TAM ÜYELİK BAŞVURUSU..
12 Eylül’ün ardından Türkiye’nin 1983’te yeniden çok partili düzene geçmesiyle birlikte Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ilişkiler yeniden tesis edildi.
Resmen tam üyelik başvurusu ise ilk ortaklık anlaşmasının imzalandığı 1963’ten tam 24 yıl sonra 1987’de geldi. 1981’de Yunanistan’ı, 1986’da ise İspanya ve Portekiz’i üyeliğe kabul eden AET güneye doğru genişleyerek üye sayısını 12’ye çıkarmıştı.
Topluluğun Türkiye’ye ilk cevabı o dönem için yeni bir üyeyi kabul edemeyeceği ve müzakerelere başlamak için ilişkilerin geliştirilmesini tavsiye etti.
1996’da ise üç yıl süren görüşmelerin ardından Türkiye ile yeni ismiyle Avrupa Birliği arasında Gümrük Birliği anlaşması imzalandı ve üyelik hedefi yolunda önemli bir adım daha atıldı.
DÖNÜM NOKTASI HELSİNKİ ZİRVESİ..
1999’da Helsinki’de düzenlenen AB zirvesi, Türkiye-AB ilişkileri için dönüm noktası oldu.
Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı kesin bir dille ifade edilmiştir.
Türkiye artık bir aday ülkeydi ve Avrupa Birliği üyeliği kamuoyunun da en önemli gündemlerinden biri haline gelmişti. Bu süreçte Yunanistan dış politikasında yaşanan değişiklik de Türkiye’nin yolculuğunu kolaylaştırdı.
AB üyesi bir Türkiye’nin çıkarları için daha faydalı olacağını düşünen Atina yönetimi Türkiye’nin üyeliği konusundaki vetolarını kaldırdı.
Türkiye hızlı bir reform sürecine girmişti. 2001-2004 arasında sekiz uyum paketi, ayrıca iki anayasa paketi meclisten geçirildi.
2004’te Brüksel’de düzenlenen zirveyle birlikte Avrupa Birliği, Türkiye’nin siyasi kriterleri yeterince karşıladığına hükmetti ve tam üyelik müzakerelerinin başlamasına karar verdi.
3 Ekim 2005’te tam üyelik müzakereleri başladığında, Türkiye’de gazeteler ‘Bugün Milat’ ve ‘Yeni Avrupa Yeni Türkiye’ manşetleriyle okuyucuyla buluşuyordu. Neredeyse 40 yılı aşan süreçte ilk kez Türkiye-AB ilişkileri birkaç yılı kapsayan bir ivme yakalamış, kamuoyunda olası tam üyelik tarihiyle ilgili spekülasyonlar yapılmaya başlanmıştı.
Ancak beklenen olmadı, Türkiye o günden bugüne Avrupa Birliği’nin kapısından içeri adım atamadı.
DURAKLAMA VE GERİLEME YILLARI..
2005’te müzakerelerin başlamasının ardından Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 35 başlıktan oluşan müzakere fasıllarının 16’sı açıldı ve sadece bir tanesi kapatılabildi.
2010’ların ikinci yarısında ise müzakere süreci fiili olarak durdu, Avrupa Birliği üyeliği Türkiye’nin gündeminden düştü, bir numaralı dış politika hedefi olma vasfını kaybetti.
Avrupa değerlerinden giderek uzaklaşan Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı ve şeffaflık gibi ilkelerin zayıflaması da Türkiye’nin üyelik perspektifini inandırıcılıktan uzak bir hale getirdi.
Bugün Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki müzakerelerde yeni fasıl açılmıyor ve ne Ankara ne Brüksel siyaseten yapılan birkaç cılız açıklama dışında tam üyelikten bahsetmiyor…
GERÇEK GÜNDEM – BARIŞ KAYGUSUZ