Ana sayfa » Güncel » 17 AĞUSTOSU; “YERİNDE” BÖYLE YAŞADIM BEN..”

17 AĞUSTOSU; “YERİNDE” BÖYLE YAŞADIM BEN..”

Yazar: Erdinç Şahin
0 yorum

Günlerce yandı, günlerce. Dünyanın her yerinden uçaklar, helikopterler geldi, söndürmek için.

Gündüz yukarıdan atılan su ve kimyevi maddeler nedeniyle biraz alçalan alevler, hava kararıp ta el-ayak çekildikten sonra 100-150 metre yükseliyordu göğe doğru, tıpkı bir ejderha ağzı gibi.

Bir noktadan sonra Valilikten anons yapılıp herkesin şehri terk etmesi istendi. Çünkü tehlike çok büyüktü. Eğer seri patlamalar olsa bırakın Körfezi İzmit’in yarısı yok olurdu denildi, tabi felaketin sonrasında!.

Anonstan sonra herkes dağlara kaçtı, Tüpraş personeli bile, çünkü öyle istendi, yangın kontrolden çıkmıştı, yapacak bir şey kalmamıştı.

Bize gelince Petkim’in 20 civarında Güvenlik Görevlisi olarak görev başındaydık. Çünkü Kompleks Başkanı Merhum Yavuz Aktuğlu; “Şimdi giden bir daha gelmesin” demiş, göz dağı vermişti, kıpırdayamadık. Haklıydı aslında.

Zaten görevi devralacak vardiyadan sadece 2-3 arkadaş gelebilmişti, diğerleri ortada yoktu. Ölmüşler miydi, hayattamıydılar kimse bilmiyordu.

Cep telefonları bugünkü kadar yaygın değildi, zaten var olan tek operatör de çökmüştü. İletişim tamamen kesilmişti. Kimse-kimseden haber alamıyordu.

Hem Petkimi hemde Tüpraş’ı kontrol ediyorduk, Devriye araçları sürekli hareket halindeydi, biri gidiyor diğeri geliyordu, arada biraz nefeslenip, bir-iki bardak zift kıvamında çay içiyorduk. Bizi ayakta tutan şey çaydı muhtemelen.

Körfez İlçe Emniyet Müdürü bir ara bizim bulunduğumuz lojmanlara uğramış ve yağma-talan yapan, panik yaratan olursa hedef gözetmeksizin ateş açma izni vermişti. O andan itibaren Polis yetki ve selahiyetine de sahiptik artık. Doğal afetlerde genel kolluğa yardımcı kolluk katılabiliyordu, bundan dolayı idi müdür beyin verdiği izin.

24 saat geçti, yangın devam ediyordu. Üzerimize gökyüzünden yağan küller nedeniyle suratımız, giysilerimiz simsiyah olmuştu, aynaya bakınca, gördüğümüz şeyden ürküyorduk.

Hayalet gibiydik, Aşırı ısı nedeniyle genişleyen Nafta Tanklarının dış cidarları çatırdamaya başlamıştı, bu, duyan herkese her an patlayabilirim ha, mesajını veriyordu en korkutucu seslerle. Yaklaşık 1.5-2 kilometre ötedeki devasa ateşin ısısı yüzümüze vuruyordu, inanılır gibi değil. Yangının taban alanı 250 metreyi geçiyordu artık.

Uykusuzluk, heyecan, gerilim, stres hepsi birleşmiş bu da adrenalin hormonu patlamasına yol açmıştı, hülasa acayip bir hale gelmiştik.

56’lık misafirhaneden yaylı yatakları indirdik, çimlerin üzerine attık, Yavuz beyin izniyle nöbetleşe olarak ikişer saat uyuyacaktık…güya. Ne mümkün?. Uykudan ölsen bile uyuyamıyordun ki, o ortamı anlatmak mümkün değil, bire bir yaşamak gerek.

Yangının başladığı 36 saati buldu, biz hala görev başındaydık. Bir ara megafondan; “Bu daha ne ki, çok büyük bir deprem olacak, kıyamet kopacak, evlerinizi terk edin” diyen bir ses duyduk.

Nedir, ne değildir?, sese doğru gittiğimizde 55 plakalı bir kamyonetin kasasında yaşlıca birinin o anonsu yaptığı gördük, araç bizden 50-60 metre uzakta idi, ve çok yavaş bir şekilde uzaklaşıyordu.

İşte müdür beyin sözünü ettiği, panikçiler, yağmacılar bunlardı, araca doğru, otomatik silahla bir-kaç el ateş ettim, kamyonet birden kanatlanıp! uçmaya başladı, anında gözden kayboldu!.

Bir C-130 vardı. Hava Kuvvetleri envanterinden çıkmış, ve yangın söndürme uçağı yapılmıştı. O pilot o koca yürekli insan diğer helikopter ve uçaklar hava kararmaya durduğunda çekilirken denizden suyunu alıp alevlerin üzerine boşaltmaya devam ediyordu.

Her taraf 70-80 metre yüksekliğinde kolon, dram, en ufak bir temas kelimenin tam anlamıyla müthiş bir faciaya yol açabilirdi. Adam o koca gövdeye dans ettiriyordu adeta. En son görevi bırakan oydu yani. Sonra tanıştım onunla, elini sıktım, alnından öptüm.

48 saate yaklaşmıştık, ilahi bir şekilde rüzgar sürekli bitişikteki Jet yakıtı bulunan tankların aksi istikametine doğru esti, hemde günlerce!. Bir an bile yön değiştirmiş olsa 2 Hiroşima bombası şiddetinde patlama olacaktı, uzmanların deyimiyle.

20 civarında tankın içindeki 100 binlerce ton nafta yandı durdu neredeyse bitinceye kadar. Başka patlama olmadı, hem havadan, hem karadan hemde römorkörlerce denizden su ve kimyasal madde sıkıldı, ve sonunda alevlerde sıkıldı! ve artık oynamıyorum dedi!..

Yangın söndüğünde başlaması üzerinden 72 saat geçmişti. Biz ise 48 saatten sonra diğer vardiyalardaki arkadaşlar gelmeye başladıkça pey der pey evlerimize gönderildik.

Henüz 1 sene önce emanet usulü yaptırdığım 28 daire bulunan binadaki evime gittim. Ailem o an şimdi toplu konutların bulunduğu İlimtepe’de idi. İyi olduklarını öğrendim ve iç huzuruyla az hasarlı evimde her ihtimale karşı salondaki halının üzerine çarşafı atıp, kafayı vurup-yattım.

Kalktığımda kolumdaki saate baktığımda şaşırdım, zaman kavramını yitirdiğimi sandım, çünkü 18 saat deliksiz uyumuştum. O arada onlarca artçı deprem olmuş, hiç birini hissetmedim. En büyüğü 5.6 idi o artçıların. Hani es kaza 6’yı geçmiş olsa bir daha uyanma şansım olmayabilirdi!.

Çünkü ölü gibiydim. Kalktım banyo yaptım, giysilerimi değiştirdim, elektrik yok tabi. kurt gibi acıkmışım. Buzdolabında ne varsa hoşafa dönmüş 48 saatte. İndim aşağıya binayı inceledim.

Yeni bina olduğu için dükkan yerleri henüz boş, duvar örülmediğinden binayı ayakta tutan tüm kolonlar görülüyor. 26 kolonun 4’ü ciddi bir şekilde yatay olarak kesmiş, 3 kolonda ise hafif çatlaklar var.

Sonra uzmanlar geldi, “Az hasarlı” diye rapor verdi binaya. Lakin bitip-tükenmek bilmeyen artçılar hem duvarlara hemde hafif çatlak olan kolonlara zarar vermeye başlamıştı ve nerede duracağı da belli değildi.

Salonun duvarının çatlağından gece yıldızlar görülmeye başlamıştı, ha babam sallandıkça. Çünkü o kıl gibi çatlağın eni 2 santimi geçmişti. Evin başka yerleri de aynı durumdaydı.

Hava Cehennemi sıcak. Kurtarma ekipleri her yere yetişemiyor. Bazı enkazlardan müthiş kötü kokular gelmeye başladı, bir kaç gün sonra. Anladık ki, bir çok insan kalmış o yıkıntıların altında, henüz hayatta olanlar, bağıra-bağıra can vermişlerdi.

Günler, haftalar sonra kepçeler geldi, kamyonlara yüklendi kalıntılar. Ancak her yeri kaplayan o kokuyu tarif edebilmek asla mümkün değil.

O insanlar kayıp envanterine asla girmedi. Sayıları hala bilinmiyor. 18 bin küsur olarak verildi resmi rakamlar. Oysa herkes biliyordu ki gerçek rakamlar bunun en az iki katıydı. O enkazların oluşturduğu dağlar şimdi incelense kayda girmeyen rakamlar şak diye ortaya çıkar!.

Neyse…işte benim gözümden, yaşadıklarımdan 17 Ağustos Depremi. Hep, yazacağım, yazacağım diyordum bugüne nasip oldu, işe bakın.

Depremde yaşamını yitiren tüm hemşehrilerime Cenab-ı Hakk’tan rahmet ve mağfiret diliyorum. Allah bu millete bir daha böylesi acılar yaşatmasın..

İlginizi Çekebilecek Yazılar

Yorum Yap

* Bu formu kullanarak, verilerinizin bu web sitesi tarafından saklanmasını ve işlenmesini kabul etmiş olursunuz.

© 2015 – 2024 | Kuzeyegehaber.com