TUİK-Türkiye İstatistik Kurumu araştırmasına göre, özellikle 2004
yılından itibaren her yıl ortalama 3 bin 200 vatandaşımız intihar ediyor!
Kocaeli’de ise, 25 Temmuz 2019’dan bu yana 15 intihar olayı yaşanmış.
Bir “toplumbilimci” diyor ki;
“Bir toplumda intihar olayları kısa sürede çok artış gösteriyorsa, sebebi
kişisel değil, TOPLUMSAL sorunlardır!
Her insanın sürekli olarak tatmin etmeye çalıştığı İHTİYAÇLAR vardır.
İhtiyaçlar, organizmayı harekete geçirir. Bunun temelinde de
GÜDÜLENME vardır. Güdüler; “doğal ve sosyal güdüler” olarak sınıanır.
Doğal güdüler;
karnını doyurmak, su içmek, soluk alıp verebilmek, uyumak ve boşaltım
(dışkı atmak) olarak özetlenir. Bunlar “yaşamsal önemi” olan güdülerdir.
Bir de “yaşamsal olmayan” ancak, her canlı için kaçınılmaz güdüler de
vardır; cinsellik, analık gibi.
Sosyal güdüler ise; “çalışmak, sevgi ve saygı görmek, dostluk, aidiyet
duygusu, güç ve başarı sahibi olmak” diye tanımlanır.
Kişiler, bu temel ihtiyaçlarını karşılayamadıkları zaman “KİŞİLİK
BOZUKLUKLARI” ortaya çıkar!
Bir insan; işini ve sevdiğini yitiriyorsa, özellikle maddi sorunlar nedeniyle
yuvası yıkılıyorsa, ölümcül bir hastalığa yakalanmış, sakat kalmışsa,
içinde yaşadığı toplumla uyumsuzluk içindeyse, ya da aklı aşan
ihtirasları tatmin edilmemişse, insan gibi “güven içinde yaşama”
umudunu yitirmişse, KİŞİLİK düzgün kalabilir mi?
Gazetelerin 3. Sayfalarında sık sık gördüğümüz “AİLE İÇİ ŞİDDET”
olayları neden oluyor? Önce ailesini sonra içinde yaşadığı toplumsal
çevreyi kaybeden bir insanın “RUH SAĞLIĞI” yerinde durur mu?
Neden önce eşinin, çocuklarının sonra da kendi canına kıyar bir insan?
Türkiye Cumhuriyet’i, Anayasamıza göre; “Demokratik, laik, sosyal bir
hukuk devletidir.”
Yine Anayasamıza göre; “Ailenin maddi ve manevi varlığının korunması
devletin görevidir!” “Sosyal Devlet” olmanın en önemli anlamı budur.
Ülkemiz, özellikle son yıllarda büyük ekonomik, siyasal ve toplumsal
sorunlar yaşıyor.
Siyaset sahnesinin aktörleri; karşılıklı ve düzeysiz suçlamalarla toplumu
adeta iki düşman kampa böldüler!
Ülkemiz, uluslar arası siyasette “dost” bulamıyor! Dostlarımız(!) “TERÖR
ve BÖLÜNME” tehditleriyle ülkemizi maddi-manevi açıdan yıkıyor!
Ekonomik düzenimiz; “sürekli borçlanma, her alanda ithalat” üzerine
sürdürülüyor. Tarım ve hayvancılık çökertilmiş. Sanayi üretimi sürekli
geriliyor ve yüzde 50’den fazla “girdi ürünü” başka ülkelerden alınıyor!
Enerjide yüzde 93 dışa bağımlıyız! “MARKA ve YENİ TEKNOLOJİ”
üretemiyoruz!
Uluslar arası sermaye ve küresel şirketler, “YAP-İŞLET-DEVRET” diye
anılan “yeni sömürgecilik düzeni” ile ülkemizde köprü, otoyol, havaalanı,
atom santrali gibi büyük yatırımlarla ülkemizi altından kalkılması zor ve
gelecek kuşakları da borçlandıran bir keyif içindeler!
Maddi kaynak temininde de DIŞA BAĞIMLI bir ülke olduk. NÜFUS hızla
artıyor, EĞİTİM düzenimiz “Nitelikli işgücü” yetiştiremeyecek kadar
güdükleştirildi! Nitelikli insan gücümüzü yabancı ülkelere kaptırıyoruz.
İŞSİZLİK giderek büyüyen toplumsal bir yara haline geldi. Gençlerimiz
bunalım içinde.
Böyle bir toplumda “RUH SAĞLIĞI” bozulmaz mı?
Siyasette “DÜŞMAN KAMPLARA” bölünen kitleler mutlu ve huzurlu
olabilir mi?
Geleneksel toplumsal değerlerimizi de kaybediyoruz; akraba ve aile
içinde bile insani ilişkiler azalıyor, yaşam sorunları yüzünden düğün
dernekten bile kaçıyoruz. Evlere kapanmış, toplumu masallarla uyutan
TV programları ve dizilerin TUTSAĞI olmuş insanlarımız. Günlük
yaşamda yüzü gülen insan görebilmek çok zor!
Hayatın her alanında “ÇIKAR İLİŞKİLERİ” egemen.
Böyle bir toplumda “hayatla barışık bir yaşam” kolay mı?
Çözüm yok mu?
Elbette var; öncelikle, siyaset sahnesinin aktörleri kendilerine çeki düzen
vermeli ve “kişisel çıkarlar” yerine “toplumsal çıkarlar” öne çıkmalıdır.
Siyasetçiler, yalnızca kendilerine dalkavukluk edenleri değil, bu
toplumun namuslu BİLİM ADAMLARINA da saygı göstermeli ve
toplumu bu bunalımdan bir an önce kurtarmalıdırlar..