Olay 1:
Kentimizin saygın insanlarından, 1942 Uzuntarla doğumlu, Bursa ve
İstanbul illerinde Valilik görevini onurla yapmış, rahmetli
ilk yöneticilik yıllarında, Diyarbakır-Kulp ilçesi kaymakamıdır. Rıdvan Yenişen,
Yenişen, çevre köylerin yol-su-elektrik hizmetlerini denetlemek için,
yanında bir Jandarma Yüzbaşısı ile birlikte yola çıkar. Yolda, ilerlemiş
yaşına rağmen yürümekte olan bir adamı görünce aracı durdurur ve
yaşlı adamı arabaya alır. Yaşlı adam, Rıdvan Yenişen’in yüzüne bakarak;
“Allah razı olsun begim” der.
O sözünü bitirir bitirmez, ön koltukta oturan yüzbaşı, sert ve haşin bir ses tonuyla yaşlı adamı sorgulamaya başlar! Adam, elini ağzına götürüp takma dişlerini çıkarır ve Rıdvan Yenişen’e uzatırken; “Ne olur bunları muhafaza et, bari bunlara bir şey olmasın”
der!..
Bu olayı bizzat kendisinden dinlemiştim.
Olay 2:
Gazetede aktif olarak görev yaptığım yıllardı. Kandıra-Kerpe’de yaşanan
ve jandarma ile ilgili eleştirinin yer aldığı bir olay üzerine yazı yazmıştım.
Şaşırmıştım! Yanıt verdim;
“Ben askerliğimi yapalı çok oluyor. Komutanınız beni kahve içmeye
davet ediyorsa, bizzat kendisi aramalıdır” dedim!
Yarım saat sonra bu kez Albay aradı. Nazik bir üslupla davet etti. Ben de
ziyaretine gittim. Albay’a yüzbaşının üslup yanlışından söz edince, şu
yanıtı aldım; “Mustafa Bey, bu arkadaşımız uzun süre Güneydoğu’da
görev yaptı. Hoyratlığı bundan kaynaklanıyor!”
Değişik tarihlerde Güneydoğu illerine ziyarette bulundum. Diyarbakır,
Şırnak, Adıyaman, Mardin, Şanlı Urfa, Gaziantep’te insanlarla birebir
söyleşiler yaptım. Örneğin; Şırnak’ta gençlerle yaptığım söyleşi sonrası,
burada yaşayan gençlerin çok yönlü yoksulluk ve çaresizlik içinde
olduklarını gördüm.
Adıyaman’da, Nemrut dağında konakladığımız otelde, zamanın Gerger
Belediye Başkanı ile karşılaştım, sohbet ettim, röportaj yaptım. Bir hafta
kadar sonra belediye başkanının kaçırılıp öldürüldüğünü duyunca çok
üzüldüm. Ülke gerçeklerini ve Güneydoğu insanının hangi koşullarda
nasıl yaşadığını, somut örnek olaylarla anlatıyordu. BARIŞ istiyordu. “Bu
topraklarda kardeşçe yaşayabiliriz” diyordu.
Doğu ve Güneydoğu’da askerlik ya da kamusal hizmet görevi yapan
arkadaşlarımdan da ilginç olaylar dinledim.
Herkes bilir ki; Doğu ve Güneydoğu bu ülke siyasetinde
olarak görülmüştür!
“SÜRGÜN YERİ”
Görgüsüz ve iktidar sarhoşu kimi siyasetçiler ya da yakınlarının
tehditleri bir çok kamu görevlisinin kabusu olmuştur!
“seni sürdürürüm”
Oysa, bu ülkenin her karış toprağı BİZİMDİR.
“Biz” derken, gelmiş geçmiş nesilleriyle bu ülkede doğmuş, büyümüş ve
halen yaşamakta olan herkesi tanımlıyorum. Kendisini nasıl ifade
ederse etsin; hangi etnik köken, hangi inanç ve mezhebe sahip olursa
olsun, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olan her insan, bu kavramın
saygın bir parçasıdır.
Ne yazık ki, başka ülkelerde, “etnik, dinsel, mezhepsel” açıdan çok daha
farklı, dili diline, kültürü kültürüne uymayan insan topluluklarıyla
yaşayabilen insanlarımız, kendi yurdunda bu bilinç ve hoşgörüyü
bulamıyor!
Ekonomik, sosyal, eğitsel eşitsizlikler, yöneticilerin doğrudan ya da
dolaylı hoyratlıkları ve ADALET açlığı, “insanca bir yaşam ortamı”
oluşmuyor.
Mustafa Kemal Atatürk, büyük bir bilgelik ve Devlet Adamı kimliği ile;
“Yurtta barış, dünyada barış” ilkesini ortaya koyuyordu.
Yazının yayınlandığı gün, sabah saatlerine bir telefon aldım. Telefondaki çocukların da, şehit olan askerlerin de “analarını ağlatırsın!”
Yurtta barışı sağlayamazsan, itip kaktığın, aç ve cahil bıraktığın
insanlar, senin yurdunda kirli emelleri olan yabancıların türlü tuzaklarının kurbanı ya da maşası olurlar!
Çözüm yok mu? Elbette var;
nin, nın ve nin sözlerine kulak
verin, devlet adamlığına saygılı olun!..
Yunus Emre’ Mevlana’ Hacı Bektaş Veli’
Mustafa Kemal Atatürk’
Hukuk Devleti nitelikleriyle dalga geçmeyin!