İnsanlık tarihi, insanın çilelerle dolu yaşam sürecinin bir öyküsüdür.
İlk insanlar “ÖZGÜR” insanlardı.
Her insan, farkında olmasa da “kendisinin efendisi” idi.
Vahşi doğa ile “yaşam kavgası” veriyordu.
Sonra, “aklı gelişti” insanın.
Ateşi buldu, derken “toprağı işlemeyi” öğrendi.
İlk büyük devrim; “Tarım Devrimi” yaşandı.
Artık insan, kendi emeği ile doymayı, yaşamayı, vahşi doğaya karşı korunmayı öğrendi.
Ama “insanın vahşeti” aklına gelmemişti!
“Kimi uyanıklar” ürün fazlasına ve toprağa “zorla, zorbalıkla” el koydular!
Bu hırsızlığı korumak için de önce çeteler, sonra “silahlı güç” kurdular! Yetmedi, “Devlet kurdular, çıkarlarını koruyacak yasalar” dayattılar insanoğluna.
Ekonomik ve siyasal gücü elinde tutanlar hızla zenginleşti ve gözlerini başka topraklara diktiler! “KEŞİFLER” denilen “kıtalararası soygun” ile başka uygarlıkların maddi varlıklarına ve insanlarına el koydular.
Böylece, “KÖLE DÜZENİ” oluştu ve egemen gücün daha da zenginleşmesi bu köle emeği ile oluştu.
Ama efendiler; “Senin karnını ben doyuruyorum, çalış ve bana daha çok kazandır” diyordu!
Zaman içinde bilimsel ve teknolojik gelişmeler “ikinci büyük devrimi” yani “Endüstri Devrimi’ni” ortaya çıkardı. Toprak egemen düzenin köleleri yeni düzende “üretim araçlarının mülkiyetine sahip” yeni efendilerin “üretim gücü” yani “zincirsiz köleleri” oldular!
Üretim daha da hızla artıyor, bilimsel ve teknolojik gelişmeler KAPİTALİST bir düzeni dayatıyordu. Ancak, küçük bir azınlık hızla palazlanırken, dünya ölçeğinde “YOKSUL KİTLELER” çoğalıyordu.
Yeni efendiler de öncekiler gibi;
“Sana iş veriyorum, karnını ben doyuruyorum. Çalış, çok çalış ve bana daha çok kazandır” diyordu!
Sonunda, adına “KÜRESEL DÜZEN” dedikleri ve birkaç büyük devletin ve bu devletlerin tüm siyasal tercihlerini belirleyen “gerçek efendiler” yani “Küresel şirketler” oluştu.
Küresel Şirketler, daha çok kazanmak, daha da büyümek adına başka ülkelerin varlıklarına da göz diktiler!
Silah satmak için terör ve savaşlara ihtiyaçları vardı!
Başka ülkelerin petrolüne, yer altı kaynaklarına ve pazarlarına el koymak istiyorlardı!
Bu amaçlarına hizmet edecek “siyasetçileri” seçtiler ve toplumsal yılgınlığı, kin ve öfkeyi körükleyecek “terör örgütlerini” oluşturup, maddi-manevi desteklediler!
Bugün dünya ölçeğinde yaşadığımız her türlü melanet ve sömürünün gerçek kaynağı budur!
Bütün bunların ötesinde, dünya ölçeğinde öylesine bir “siyaset kültürü” yarattılar ki; hemen her ülkede siyaset egemenleri kendilerini “toplumun efendisi” olarak görmeye başladılar!
İşbaşına gelmek için;
“Ülkemize ve halkımıza hizmetkar olmaya geldik” diyorlar ama, gücü ellerine geçirdikten sonra kendilerini “halkın efendisi” sanmaya, lüks ve şatafat içinde yaşamaya başladılar!
GÜÇ ellerine geçince, “demokrasi, hak, adalet, hukuk devleri” gibi kavramların içini boşalttılar!
Kendilerini eleştirenleri, farklı siyasal görüşte olanları “düşman” gibi gördüler!
Devlet’in her türlü olanağını kullanarak “haksız bir siyasal rekabeti” içlerine sindirebildiler! Halkı, “besleyerek sütünü alacakları bir canlı” olarak gördüler!
Er ya da geç, bir gün halkın “dayanma gücünün” tükeneceğini hesaplayamadılar!
“Demokrasinin tek göstergesi” saydıkları seçimlerde bir gün bekledikleri sonucu alamayınca, “Sosyal Devlet” olmanın doğal sonucu olarak “Devlet olanakları ile” halka verdiklerini, sanki kendi ceplerinden vermiş gibi, halkı “nankörlükle suçlamaya” başladılar!
“Karınlarını doyuruyoruz ama oy vermiyorlar” anlayışıyla, Ortaçağ ilkel değerlerine sarıldılar!
Oysa; her ülkede “Devlet Gelirleri” halkın vergileriyle oluşmaktadır. “Sosyal Devlet” olmanın gereği, devletin “vatandaşını insanca yaşatmak” görevi olduğunu yok sayan siyasi iktidar sahiplerinin bu anlayışı, “Efendi-köle ilişkisinin” ilanıdır!
Bu ülkede her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, insanca ve onuruyla yaşama hakkına sahiptir!
İnsanı, “Demokratik, Laik, Sosyal Hukuk Devleti” değerlerini aşağılamak ve “hizmetkar olmayı” vaat ettikleri bir halka “efendi” olmak, hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir.
İNSANLIK ONURU bu haksız yargıya onurlu yanıtı vermelidir ve mutlaka verecektir !…