KUZEYEGEHABER-Dünyamız, asteroidlerden ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bir ateş hattının içerisinde bulunuyor, ancak bunların birçoğu henüz onlarca kilometre üstümüzdeyken yanıp yok oluyor. Fakat nadiren de olsa bazen bunlardan büyük olanları bu hattı geçmeyi başarıyor.
Geçtiğimiz sene 18 Aralık’ta, Rusya’nın doğu yakasında da tam olarak bu gerçekleşti. Bir asteroidin infilak etmesiyle Bering Denizi’nin üstünde devasa bir patlama meydana geldi. Bu patlamada meydana gelen enerji, Hiroshima’nın yaklaşık olarak on katıydı.
Aralık ayındaki patlama, tıpkı Şubat 2013’te Çelyabinsk’te olduğu gibi bir şehrin yakınlarında gerçekleşti. Dünyanın uzak bir köşesinde meydana geldiği için üç aydan daha uzun bir süre boyunca dikkat edilmemişti. Ta ki 50. Ay ve Gezegensel Bilim Konferansı’nda detaylar ortaya çıkana kadar.
Peki, bu asteroid nereden gelmişti? Bunu her şey gerçekleştikten sonra anlamak oldukça güç.
Güneş Sistemi, gezegenlerin oluşumundan kalan materyaller ile çevrili durumunda. Bunların büyük bir çoğunluğu Dünya’dan oldukça uzaktaki Asteroid Kuşağı, Edgeworth Kuiper Kuşağı ve Oort Bulutu gibi sabit rezervuarlarda sıkışıp kalmış durumda.
Bu rezervuarlar, gezegenler arası uzaya devamlı olarak objeler sızdırıyorlar, yörüngelere taze çöpler enjekte ediyorlar. İç Güneş Sistemi, asteroid ve kuyruklu yıldızların tozlarından oluşan bir çöplükte yüzüyor.
Çöplüğün büyük bir kısmı oldukça zararsız, 65 milyon yıl önce dinozorların yok olmasına sebep olan devasa etkiler oluşturabilenler ise oldukça nadir.
2013 yılında Çelyabinsk’in üstünde patlayan 10 bin tonluk asteroid, 1.500 insanın yaralanmasına ve yaklaşık 7.000 binanın hasar almasına sebep olmuştu. Şans eseri bu kazada kimse hayatını kaybetmemişti.
Bu tarz olayların ne sıklıkla gerçekleştiği henüz kesin olarak bilinmiyor ancak 1908 yılında Tunguska’da meydana gelen ve 2.000 km2 alanı etkileyen devasa patlamaların her birkaç yüzyılda bir meydana geldiği tahmin ediliyor.
Böyle bir şey bulunduğunda, bu objenin yörüngesi belirlenmeli ve çarpışmanın olası mı yoksa muhtemel mi olduğunu görmek için gelecekteki rotası öngörülmeli. Dolayısıyla bu tarz objeler ne kadar uzun gözlemlenebilirse o kadar doğru tahminlerde bulunulabilir.
Ancak 2013’te Çelyabinsk’te ve geçen sene aralık ayında tekrar tekrar gördüğümüz gibi bu konuda henüz çok fazla ilerleyebilmiş değiliz. Potansiyel olarak tehlikeli nesnelerin kataloğu gün geçtikçe büyüyor ancak bunların büyük bir çoğunluğu belirlenemiyor. Yani her an yine bu tarz ‘sürprizlerle’ karşılaşabiliriz.
Eğer ki birkaç gün içerisinde gerçekleşecek bir çarpışma tespit edilebilirse, çarpışmanın nerede ve ne zaman gerçekleşeceği konusunda çalışma yapılabilir. Böyle bir olay da ilk olarak 2008 yılında gökbilimcilerin, küçük bir asteroidi keşfetmesiyle gerçekleşmişti. Asteroid, Sudan’ın kuzeyi üzerinden Dünya’nın atmosferine girmeden 19 saat önce tespit edilmişti.
Gökyüzünde yapılan araştırmalarda, yıldızların arkasında hareket eden yıldız benzeri noktalar aranıyor. Büyük asteroidler daha çok güneş ışığı yansıtıyor ve böylece gökyüzünde daha parlak bir nesne beliriyor.
Kendimizi bu tarz objelerden korumanın bir yolu daha var. Hayabusa, Hayabusa 2 ve OSIRIS-REx gibi görevler, Dünya’ya yakın olan asteroidlere seyahat edilebileceğini, yüzeylerine inilebileceğini ve etrafında hareket edilebileceğini gösterdi.
Bu noktadan, yollarını saptıracak noktaya gelebilmek oldukça kestirme sayılır ancak ilginç bir şekilde asteroidleri saptırma fikri, asteroid madenciliği ihtimaliyle oldukça uyumlu. Yani bir asteroidden bir maden bulup çıkarmak için gereken teknoloji, asteroidin yörüngesini değiştirmek için de gerekiyor.
Henüz bu noktada olmasak da insanlık tarihinde ilk kez kendi kaderimizi kendimiz kontrol etme imkanımız bulunuyor..
Kaynak-Webtekno